27 Şubat 2018 Salı

Maybellıne Super Stay 24h

24 Fresh Look Longwear Foundatıon:

  • Mıcro-flex teknoloji
  • Taze görünüm
  • 30 ml cam şişede, pompalı
  • 12 ay ömrü
  • 24 saat kalıcılık
 

 Cildim yağlı olduğu için mat yapıda bir fondöten olmasından ve 24 saat kalıcılık vaad etmesinden dolayı aldım. Yapısı yağlı değil, cıvık cıvık bir akışkanlığı yok. Akışkan olmadığı gibi yoğun bir kıvamda yapısıda yok. 24 saat kalıcık sağladığını söyleyemicem. Evet belli bir süre kalıcılığı oluyor fakat o süre 24 saat değil.

  İçerisinde ışıltı yok tamamen mat. Nemli bir sünger ile uygularsanız vaad ettiği taze görünümü yakalarsınız. Sivilceye meyilli bir cildim var. Bu fondöteni kullandığım süreçte de aktif sivilcelerim vardı. O yüzden sivilce yapar mı? sorusuna net bir cevap veremem.
  Her cilt tipine uygun bir fondöten. Uyguladığınızda cilt ile bütünleşiyor. Esmer tenli olduğum için 21 Nude Beıge rengini kullandım ve sorun yaşamadım. Kapatıcılığı orta kararda. Fiyatını indirimli olarak 20 küsürlerde aldım.

26 Şubat 2018 Pazartesi

Evde sivilce maskesi : Tarçın maskesi

Malzemeler:

  • 3 çay kaşığı tarçın
  • 3 çay kaşığı kuru kahve
  • 1 tane yumurta
  Küçük bir kasenin içine yumurtamızı kırıyoruz. İçine tarçın ve kuru kahveyi katıp iyice  karıştırıp homojen hale getiriyoruz. Elinizle yada bir fırça yardımıyla göz çevrenize çok yaklaştırmadan tüm yüz bölgenize uygulayın. Maske cildinizde kuruyana kadar yüzünüzde kalsın. 

  Bu süreçte yüzünüze uygular uygulamaz çok dehşet bir yanma, acıma hissediceksiniz fakat sabredin kuruyana kadar yüzünüzde maske betona dönüşecek :) yüzünüzü ılık suyla yavaş bir şekilde hafif ovalayarak yıkayın. Böylece cildinizi güzel bir şekilde peelinglemiş olucaksınız. Yüzünüzden çıkarınca soğuk su ile son kez durulayın ılık su ile açılan gözenekleriniz soğuk su ile kapansın. Yıkadığınızda kızarmış bir ciltte karşılaşıcaksınız bu durum sizi kesinlikle korkutmasın cildiniz en fazla 1 saat içinde eski haline dönecektir. Maskenin cildinizi yakması da korkutmasın sizi sabredebildiniz kadar sabredin.
   Etkileri: Bu maske tam bir cilt problemleri karşıtı bir maske. Cildinizde ki sivilcelere, sivilce lekelerine, cilt lekelerinize birebir olan bir maske. Etkisini maskeyi ilk yapışınızda görüceksiniz. Ben ev maskelerini rütinleyemezdim, etkisini görmezdim. Tek sefer yapardım kalırdı. Fakat bu maskeyi 2 aydır kullanıyorum. İlk başlarda cildimde bekletmeye dayanamazken artık cildimde kuruyana kadar bekletebiliyorum. Tarçın ciltte antibiyotik görevi görür. Kahve ile birlikte cildinizdeki ölü hücreleri temizler. Tarçının cilt çizgilerini dolgunlaştırıcı bir etkiside var fakat siz göz çevrenize fazla yakınlaştırmayın. Kahvede cildinizi sıkılaştırıcaktır.
  Maskeye 1 yumurta kırılmasından dolayı fazla gelicektir. Bu maskeyi iki gün kullanabilirsiniz. Banyo yapmadan önce sırtınıza, gerdan bölgenize, boynunuza ve yüzünüze uygulayıp biraz bekleyip duşa girerseniz hem maske ziyan olmamış olur evde duşta vücudunuza doğal peeling yapmış olursunuz.

23 Şubat 2018 Cuma

Liberal Uygulamaların Osmanlı'da Doğurduğu Bir Başka Sonuç: Milli İktisat

   Liberal iktisadın sonucu olarak üretim ve ticaretten gelen kazancın büyük bölümü yabancı ve gayrimüslim kesimin eline geçmişti. Sonucunda da ülke bir açık pazar haline gelmişti. Savaşların doğurduğu sosyal sarsıntılar ve ekonomik bunalımların da etkisiyle iktisadi hayatta devlet müdahalesine ve milli ekonomilerin güçlendirilmesine imkan verecek yeni alternatiflerin ortaya çıkmasına neden oldu. II. Meşrutiyetten sonra Jön Türk hareketiyle ortaya çıkan hürriyetçiliğin de Türk unsurunu ön plana çıkardığını kesindir ki, bu da milli iktisat anlayışına zemin hazırlamıştır. Loncaların kaldırılışı(1913) serbest ticaret ve girişim özgürlüğüne ortam hazırlarken, küçük yerli esnafa büyük darbe indirmişti. 
   İttihat ve Terakki; sosyal ve siyasal alanda Türkçülüğü, ekonomik alanda da milli iktisat politikasını benimsemiştir. Bunu yaparkende, Alman iktisat geleneğinden esinlenmişti. Ziya Gökalp, uygulanan liberal politikaların, İngiltere'nin milli iktisadi olduğu ve ülkeye yararının olmayacağını söylemiş, Tekin Alp'de önemli bir iktisatçının yetiştirilememesinden yakınmaktaydı.
   Milli İktisat düşüncesi 1914-1918 yıllarına damgasını vurmuştu. Türk yurdu dergisi ise, 1915 yılını Milli İktisat açısından bir başlangıç saymaktadır. Milli ekonomi kurmak için, milli sermayenin olması gerekiyordu. Kapitülasyonlar yürürlükte kaldığı sürece, milli sermayenin olması mümkün gözükmüyordu. Babıali Baskını ile iktidarı ele geçiren İttihat ve Terakki, 1 Ekim 1914'te geçici kaydıyla kapitülasyonları kaldırdı. II. Meşrutiyet Dönemi Milli İktisat politikalarına yönelindiği ve yerli bir burjuvazinin yaratılmaya çalışıldığı yıllar olmuştur. Mart 1916'da yabancı şirketlerin statülerini değiştiren ve denetim altına alan kanun yayınlandı. 1916'da yeni gümrük taifeleri yürürlüğe girdi, bağımsızlık yolunda atılmış önemli bir adımdı. Yabancı bankaların ülke içinde oynadıkları rol İttihat ve Terakki'nin milli bankacılık politikasını gütmesine yol açtı. Bu amaçla kurulan bankaların en önemlisi, 1917'de ortaya çıkan Osmanlı İtibarı Milli Bankasıdır. 
  Liberal ekonominin sonucu olarak Amerika Dolarının 167 kuruş olduğu yıllarda 32 milyon TL dış borcu yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti'ne miras kalmıştır.

Osmanlı Devleti'nde Liberal Düşünce, Etkileri ve Sonuçları

  3 Ekim 1839'da ilan edilen Tanzimat Fermanı, fikir akımlarının başlangıç noktasını oluşturur. Anayasal yönetime doğru atılmış bir adım olması ile birlikte liberal bir nitelik taşımaktadır. Müsadere sistemi kaldırıldı. 1858'de çıkarılan arazi kanunnamesi ile özel mülkiyete geçiş başladı.
  1856 tarihli Islahat Fermanı, ecnebi ve yerli tebaa arasında karma mahkeme kurmasını öngörmüştür. Osmanlı aydını da liberal düşünceleri yakından tanımaya başlamıştı. Tanzimatla kurulan Meclis-i Valayı Ahkam-ı Adliye olmak üzere danışma meclisleri devlet yönetiminde ki liberalleşmeyi belirginleştirmiştir. 
  Osmanlı aydınları  1860'lı yıllarda sonradan "Yeni Osmanlılar Hareketi" akımı başlattılar. Tercüman-ı Ahval, Tasvir-i Efkar, Muhbir gibi yayım organları vardı. Şinasi, Tasvir-i Efkar gazetesi ile liberal fikirleri ileri sürer. 1865'ten sonra Namık Kemal ve Ziya Paşa'nın öncülüğünde Yeni Osmanlılar Cemiyeti bir muhalefet hareketi olarak doğar. Yönetim de meşruti monarşiyi savunurlarken, ekonomi de de liberal fikirleri ileri sürerler. Sakızlı Ohannes Paşa, Adam Smith'in "Ulusların Zenginliği" adlı eserlerinin Türkiye'de ki temsilcisidir. Osmanlı Devleti kalkınması için serbest rekabeti gerekli görür, himayecilik, devletçilik ve tekel usulüne, narha karşıdır. Özel mülkiyeti savunur.
Liberal Uygulamaların Sonuçları
  Liberal Düşünce ile gelen hürriyet ve eşitlik, zengin ve Avrupa desteğine sahip gayrimüslimler lehine düşünülmüş ve kendilerini Osmanlı dan ayırmalarına zemin teşkil etmiştir. İç ve dış ticaret, gayrimüslimlerin aracılığıyla, Avrupa'nın eline geçti. Osmanlı ıslahatları Avrupa'nın malının, parasının, kültürünün, tüccarının, okullarının ülkeye girişini meşrulaştırmış, gayrimüslimler de kullanılarak, Osmanlı'nın yıkılışına yardımcı olmaları sağlanmıştır.
  Osmanlı ekonomisine damgasını vuran, 1858'de İngilizlerle sonrasında da diğer Avrupa ülkeleri ile yapılan serbest ticaret antlaşmalarıdır. Ülkeye gümrüksüz ya da düşük gümrüklerle giren gelişmiş makine endüstrisi malları Osmanlı'nın korumasız el tezgahı endüstrisini ezmiş ve ihracatın çok üstünde ithalat harcamaları yapılmış, bu durum savaşlarla da birleşince devasa finansman açıkları ortaya çıkarak dış borca muhtaç bir ülke haline gelinmişti.
  1854 Kırım Savaşı ile dış borç almaya başlayan Osmanlı, dış borçlarını ödeyemeyince 1881'de "Muharrem Kararnamesi" yayımlanmıştı. Alacakları temsil etmek ve onların menfaatlerini korumak amacıyla Duyun-ı Umumiye İdaresi Meclisi kuruldu. Osmanlı Devleti'nin özel şartları ve yapısı itibariyle liberal ekonominin başarılı olması söz konusu değildi. Zira Batı'da liberal düşünce uluslaşma süreciyle birlikte gelişmiş, yüzyılların ortaya koyduğu toplumsal dönüşümlerin bir ürünü olarak belirmişti. Oysa ekonomik yada siyasi liberalizmin Osmanlı Devleti'ne girişi, aydın ve devlet adamı tercihi ile olmuştur.

21 Şubat 2018 Çarşamba

Garnıer Volvano Mask (Garnier Volkanik Maske)

Maskeyi watsons da indirimden 3.5 tl'ye almıştım. Tek kullanımlık maske formatında olsada içindeki ürün çok bereketliydi.Tam beş sefer kullandım. Başta içindeki maddenin kil olmasından dolayı kuruyacağını düşünmüştüm ama 1 hafta kadar paket açık bir şekilde kaldığı halde kurumadı. Maskeyi alma sebebim gözenekleri küçültmesini vaad etmesiydi. Ön pakette ki ana vaadleri: Pürüzsüzleştirici, gözenekleri arındırır ve sıkılaştırır. Ayrıca kendiliğinden ısınan formül diyor, yüze sürdüğünüzde de maske kurumuyor. 


Paketin arka tarafındaki vaadleri ise, 
Anında: cilt arınır ve daha az görünen gözeneklere sahip olur.
Uzun süreli etki: Cilt arınır.

Kullanımda temiz ve kuru cilde uygulanması gerektiği sadece 3 dakika bekletilmesi gerektiği yazıyor. Ben 3 dakika bekleme kuralına uymadım biraz daha fazla bekledim. Cildim yağlı olduğu için bekleme süresinde sıkıntı yaşamadım. Ama kuru ve hassas ciltliler kesinlikle bu kurala uymalı. İlk uyguladığımda hoş his yarattı maskeyi uygulaması keyifli, bekleyip yıkarken yüzümden boya akıtıyormuşum gibi hissetim. Fakat Garnier doğal içerikler ürettiği için sadece maskenin yapısının hafifliğinden öyle hissediyorsunuz. İlk uyguladığımda bir etki göremedim. Fakat 5 uygulama sonrası diyebilirim ki evet gözeneklerde bir hareketlilikler oluyor. Ben maskeyi beğendim ve tekrar alırım. Zaten fiyatıda gayet uygun.

Batılı Gözüyle Ortadoğu

   Müslüman Ortadoğu ile Hristiyan Avrupa arasındaki bin yıllık iktisadi, siyasi ve dinsel rekabetinin bir yansımasıdır. 16.yüzyıl boyunca ters yönde bir Haçlı seferi, Müslümanların İspanya'nın fethini tekrarlayacak şekilde Hristiyanlığa doğru bir gelişme de bulunması Avrupa'yı dehşete uğratmaktaydı. Osmanlı ordusunun 1529'da Viyana üzerine yürüdüğü zaman doruk noktasında idi.
   1606'da Osmanlılar bir Avrupa devletine ancak eşit muamele yapmaya başladılar. 1683'te Osmanlı ordusu Viyana'yı kuşattı ancak başarılı olamadı. 1699'da Karlofça Antlaşması ile Transilvanya ile Macaristan dan vazgeçmek zorunda kaldı. Bir Osmanlı bölgesi ilk kez Hristiyan denetimine iade ediliyordu. O zamanlar kavranılmasa da güçler dengesi değişmişti. Fetihler Avrupa'da duraklamış ve Ortadoğu üzerinde Batı egemenliğinin yavaştan gelişimine işaret etmekteydi. Napolyon'un 1798'de Mısır'ı işgale girişmesi bunun kesin bir işaretiydi. Osmanlı da gelişmek için yönünü Batı'ya çevirmişti. Bir zamanlar Avrupa'nın korkulu düşüyken, artık onun hasta adamıydı.
    Ortadoğu'nun Müslüman İmparatorlukları, ilk tehdit haline gelişlerinden bu yana, Avrupa'da hep kötü ve barbar olarak anılmışlardır. Batı kültürünü Müslüman toplumunda bulunabilecek herşeyden daha insani olarak yüceltildiğini belirtmek gerekir. Avrupalılar, Müslümanların rasyonel düşünme yetisinden yoksun olduklarından, kendi başlarına reformları gerçekleştiremeyeceklerine inanmaktaydı yada bunu özellikle vurgulamaktaydı. Doğulu genelde şu yada bu şekilde Avrupalının tam tersi bir tarzda davranır, konuşur ve düşünür fikri hakimdir.

Ortadoğu Kavramı ve Sınırları

   Batılılar kendi medeniyetleri dışında ki aleme doğu demişlerdir. Asya'da ki güncel medeniyetler Uzakdoğu ve İslam medeniyetidir. Çin, Kore ve Japonya Uzakdoğu'nun temsilcisidir. İslam medeniyetinin yaygın olduğu bölgeyi Ortadoğu olarak adlandırmışlardır. Bu coğrafya Yakındoğu diyen bilim adamları da vardır.
  Günümüz Ortadoğu'sunun temellerini 4 fizik ünite oluşturmaktadır. Bunlar; Anadolu, İran, Mezopotamya ve Arabistan'dır. Ortodoğu terimi 2. Dünya Savaşından sonra Amerikalı coğrafyacılar tarafından kullanılmaya başlanmıştır. Anadolu Ortadoğu kapsamında olduğu için Türkiye de Ortadoğu devleti sayılmaktadır. İran, Arabistan yarımadası, Basra Körfezinden Doğu Akdeniz de ki Gazze'ye çekilecek nazari bir hattın güneyinde kalan yarımadadır. Üçlünün ortasında onları kaynaştıran Dicle ve Fırat nehirlerinin aktığı düzlükler, ovalar bulunur, burası Mezopotamya'dır. Ortadoğunun merkezi konumundadır. Ortadoğu bölgesi fiziki sınırlardan mahrumdur. Afrika ülkesi olan Mısır, Ortadoğu kapsamında alınmaktadır.
   Kavram ilk defa 1902 yılında Alfred Mahon, National Review'de yayınlanan, "The Persion Gulf and International Relations" başlıklı makalesinde kullanmıştır. Bu kavramı stratejik olarak aktarmıştır. İngilizlerin, Rusların ve Almanların nüfuz mücadelelerine dikkat çekmiştir. Bölgeyi merkezi Basra Körfezi olan Arabistan ile Hindistan arasında ki bölge olarak tanımlamıştır.
 Ortadoğu konusunda yapılan tanımlar 1900'lü yıllar da İngiliz ekonomik ve askeri çıkarlarının nasıl korunması gerektiği ihtiyacından doğmuştur. Ekonomik ve jeopolitik özellikleri ve öneminin yanın da Ortadoğu, dini bakımdan da aynı öneme sahiptir. Zira bölge Musevilik, Hristiyanlık ve Müslümanlığın doğuş yeridir.

Avrupa Birliği'nin Kuruluşu

   1951'de Paris'te Belçika, Federal Almanya, Fransa, Hollanda, İtalya ve Lüksemburg arasında imzalanan bir antlaşma ile Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu (AKÇT) kurulmuştur. Böylece AKÇT ile devletler tarihte ilk defa kendi iradeleriyle ulusal egemenliklerinin bir kısmını uluslarüstü bir kuruma devretmiştir.
  Avrupa Ekonomik Topluluğu(AET)'nu kuran anlaşma AKÇT üyesi 6 ülke tarafından 25 Mart 1957'de Roma'da imzalanmıştır. AET gibi Avrupa Atom Enerji Topluluğu(Euratom) da 1 Ocak 1958 tarihinde yürürlüğe giren Roma Antlaşması ile kurulmuştur. Kurucu üyeler tarafından 1965 yılında "Füzyon" Antlaşması'nın imzalanmasının ardından AKÇT, AET ve Euratom için tek bir konsey, komisyon, parlemonto oluşturulmuş bunların bütçelerin birleştirilmiş ve  "Avrupa Toplulukları" terimi kullanılmaya başlanmıştır. 1968'de gümrük birliğinin tamamlanmasının ve yürürlüğe girmesinin ardından üye ülkelerinin gümrük alanları tek bir gümrük alanı haline getirilmiştir.
  Avrupa Birliği'nin ilk genişlemesi 1972'de Danimarka, İngiltere ve İrlanda'nın topluluğa girmesiyle gerçekleşmiştir. Ardından 1981'de Yunanistan, 1986'da İspanya ve Portekiz katılımıyla üye sayısı 12'ye yükselmiştir. 1 Temmuz 1987'de yürürlüğe giren "Avrupa Tek Senedi" ile yeni ortak politikalar belirlenmiş, mevcut olan politikalar geliştirilmiştir. Avrupa Birliği'nin tek para birimi ve ortak merkez bankası sistemine dayalı ekonomik ve parasal birlik ile, ortak dış politika ve savunma politikası perspektifine dayalı siyasi birlik kurulmasını öngören AB Antlaşması Maastricht Antlaşması ise 7 Şubat 1992'de imzalanmış, 1 Kasım 1993'te yürürlüğe girmiştir. Bu antlaşma ile genel olarak;

  • Antlaşma kapsamında tek para sitemine geçilmesini sağlamak için ekonomik ve parasal birliğin kurulması.
  • Avrupa Birliği vatandaşlarına yaşadıkları ülkelerin belediyelerinde seçme ve seçilme hakkı veren Avrupa vatandaşlığı oluşturulması.
  • Avrupa güvenliğini sağlayacak ve demokrasi, insan hakları gibi değerleri savunacak bir dış güvenlik politikası izlenmesi.
  • AB iç güvenliği için, hukuk ve iç işleri konusunda işbirliği yapılması.
  Bu antlaşma ile Avrupa toplulukları, AB bünyesine dahil edilmiştir. Avrupa Birliği'ni kuran bu antlaşma ile birliğin 3 Temel sütunu belirlenmiştir.


  1. Roma Anlaşması ile oluşturulan Avrupa Ekonomik Topluluğu ve Euratom, Paris Antlaşması ile kurulan AKÇT'den meydana gelmektedir. Ekonomik ve parasal birlik ile daha önce belirtilen yetkiler de bu sütuna dahildir.
  2. Ortak dış işleri güvenlik politikasını içermekte ve Avrupa çağında bir savunma politikası başlatmayı hedeflemektedir.
  3. Adalet ve içişlerini kapsamaktadır.
  1 Ocak 1993'te tek pazarın oluşmasının ardından 12 üye ülke arasında malların, sermayenin, hizmetlerin ve insanların serbest dolaşımını sağlamak, 1993'ün Haziran ayında ise AB devletleri ile hükümet başkanları tarafından AB'nin merkez ve Doğu Avrupa ülkelerini kapsayacak şekilde genişletilmesi yönünde kararlar alınan Kopenhag zirvesinde AB'ye üyelik kıstasları belirlenmiştir.

Tarihi Süreçte Avrupa ve Osmanlı

   Ortaçağ Avrupası'nda Papalık ve Roma-Germen İmparatorluğu'nun himayesinde bir Hristiyan Birliği (Respublica Christiana) adlı yapı mevcuttur. Bu yapı dini merkezlidir. 1081 yılında Süleyman Şah Anadolu'ya yerleşmiş bundan sonra Haçlı Birliği Türklerin karşısında yer almıştır. Haçlı Birliği'nin temelinde dini etkenler yatmaktadır. Selçuklular Anadolu'ya girdiklerinde Haçlılarla karşı karşıya gelmişler ve 15. yüzyıla kadar mücadelelerini devam ettirmişlerdir. Bu dönemden sonra güçlü monarşiler oluşmaya başlamıştır. Milli monarşilerin hedefi rakip monarşiler arasında dengeyi sağmak ve papalarla irtibat kurmaktır. Bahsedilen monarşiler 16. yüzyılda Avrupa devlet sistemini oluşturmaya başlamıştır. Milli monarşilerin meydana getirdiği yapı Avrupa'yı ortaya çıkarmıştır. Avrupa devletlerinin karşısındaki en büyük güç Osmanlı'dır. Osmanlı'nın en büyük amaçlarından biri Avrupa devlet sistemini yönetmek olmuştur.
  Osmanlı bu amacını gerçekleştirmek için kendisini Avrupa coğrafyasına dahil etmek istemiştir. Bu amaçla Avrupa'da protestanlar desteklenmiştir. 1547'de Avrupa ve Osmanlı arasında yapılan barışla Avrupa devlet sistemi kendi haline bırakılmıştır. Kendi içerisinde yeni bir oluşum başlamış, bu durum Avrupa'yı Otuz Yıl Savaşları'na sürüklemiştir. Bununla Osmanlı bir noktada Avrupa'ya darbe vurma imkanı elde etmiştir. 1683 II. Viyana Kuşatması ile Osmanlı eline geçen fırsatı değerlendirmek istemiş, ancak başarısız olmuştur. Devlet oluşturacak Kutsak İttifakı hesaba katmamıştır.
   1684'te Rusya Avrupa devletler sistemine dahil olmuştur. Bundan sonra Türklerin aleyhinde politikalar izlemiştir. Haçlılar 13. yüzyıldan itibaren Türkleri hem korkulan hemde sayılan taraf olarak görmüşlerdir. Bu durum 18. yüzyıla kadar böyle devam etmiştir. Bilindiği gibi Rusya'nın hedefi Boğazları ele geçirip Akdeniz'e inmektir. Avrupa devletler sistemine girmesi ona bu imkanı vermiştir. İngiltere ilk olarak Osmanlı ile yapılacak olan barışa yanaşmamıştır. Ancak Avrupa'nın kendi içinde anlaşmazlıklarının olması İngiltere'yi Osmanlı ile barış yapmak zorunda bırakmıştır. Sonuçta 1699'da Karlofça Antlaşması imzalanmıştır. Osmanlı bu tarihten sonra Batı'ya yönelik çalışmalarda bulunmuştur.
   Rusya 1699 sonrası Çar I. Petro'nun uygulamalarını başlatarak hedefini gerçekleştirmeye çalışmıştır. Rusya bir anda gelişerek Avrupa'da dengeleri değiştirmiştir. Panislavizm politikası izlenerek, Balkanlarda Ortodoksları savunmuştur. Osmanlı Balkanlarda etkisiz hale gelmiştir. II. Abdülhamid bu durumun ortadan kalkması için panislamist politika izlemeye çalışmıştır.
   Rusya hedefini gerçekleştirmeye çalışırken İngiltere'nin Akdeniz ve Uzakdoğu sömürgelerine zarar gelebilirdi. Bu yüzden İngiltere ve Fransa devreye girerek Osmanlı topraklarını koruma politikasına giriştiler. Avrupalı devletler bölgede  kontrol edilebilecek bir gücün var olmasını istediler. Rusya'nın ilerlemesi belirli ölçülerde kısıtlandı. Rusya'nın ilerlemesi 18. yüzyılda Osmanlı'nın kuzeyde(Kırım) toprak kaybetmesine neden oldu. Rusya Kırım'ı aldıktan sonra Odessa'da çok önemli üsler oluşturdu. Bundan sonra Rusya'nın karşısına İngiltere ve Fransa geçti. 1923'te Cumhuriyet'in ilanı ile artık Osmanlı kalktık yeni bir siyasi sistem oluştu. Monarşik sistem son buldu. 

20 Şubat 2018 Salı

Milletler Cemiyeti (28 Nisan 1919)

    Birinci Dünya Savaşı sırasında, savaşın getirdiği büyük yıkım ve kayıplardan dolayı, barışı koruyacak bir uluslararası örgütün kurulması düşüncesi güçlenmişti. Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Wilson da, bunu yayınladığı "14 Nokta" bildirinde istemiş, savaşın sonrasında da bu amaçla İngiltere ile ABD çalışmalara başlamıştı. Savaştan sonra toplanan Paris Barış Konferansı'nda ise uluslararası örgütlenmeyi gerçekleştirmek için gereli hazırlıklara girişilmişti. Bu çalışmaların sonu olarak da "Milletler Cemiyeti" ortaya çıkmıştı.
   Milletler Cemiyeti Üyelerinin Yüklendikleri Sorumluluklar;

  • Uluslararasında işbirliğini geliştirmek ve uluslararası barışı ve güvenliği sağlamak için, savaşa başvurmamak konusunda birtakım yükümlülükler kabul etmek.
  • Gizlilikten uzak, adaletli ve onurlu uluslararası ilişkiler sürdürmek.
  • Hükümetlerce, bundan böyle eylemsel davranış kuralı kabul edilen uluslararsı hukuk kurallarına kesinlikle uymak.
  • Örgütlenmiş halkların karşılıklı ilişkilerinde adaleti korumak ve andlaşmalardan doğan yükümlülüklere saygı göstermektir.
Milletler Cemiyeti'nin Sözleşme Metnine Göre;


  • Cemiyete üye kabulü genel Kurulun üçte iki çoğunluğunun kararıyla olacaktır.
  • Cemiyet bir Genel Kurul, bir Konsey ve bunlara yardım eden bir sürekli sekreterlikten oluşacaktır.
  • Cemiyet üyeleri, barışın sürekliliğini sağlamak için, ulusal silahların en düşük düzeye indirilmesi zorunluluğunu kabul ediyorlardı.
  • Cemiyet, üyeleri arasında çıkacak çatışmalara hakemlik yapabilecek ya da bunları Konsey'de inceleyecekti.
  • Barışın sürekliliğini sağlayan hakemlik andlaşmaları gibi uluslararası yükümlülükler ve Monroe Doktrini gibi bölgesel anlaşmalar, bu sözleşmenin hiçbir hükmüyle bağdaşmaz sayılmayacaktı.
  • Savaştan sonra bağımsızlığa kavuşan ve kendi kendilerini yönetme yeteneğinden henüz yoksun halkların oturduğu ülkelere, kendi kendilerini yönetme yetenekleri olacakları zamana kadar, Cemiyet adına yönetimlerine , kaynakları, görgüleri yada coğrafya durumları bakımından en elverişli bulunan bir mandater seçebilecekti."Bunlar, bu mandat'yı, mandataire sıfatıyla ve Cemiyet adına yapacaklardı".
     Millerler Cemiyeti Misakı ile uluslararası hukuka yeni bir sistem, "Mandalar Sistemi" getirilmiştir. Bunlar A, B, C diye ayrılarak farklı hükümlere tabi tutulmuşlardır.

Bu farklı mandalar şunlardı;
"A Mandası", vesayet altında bulunmaları koşuluyla bağımsız bir ulus olarak tanınması kabul edilen Suriye, Lübnan, Filistin, Irak.
"B Mandası", halkı geri sayılan mandater devletin doğrudan ve bizzat yönetimi altına alınan Togu, Kameron, Doğu Afrika Alman sömürgeleri.
"C Mandası", Mandater devlet tarafından kendi ülkesinin bir parçası olarak kabul edilen Güneybatı Afrika, Samoa, Ekvatorun kuzey ve güneyindeki Alman sömürgeleri.
    Milletler Cemiyeti'nin merkezi Cenevre'dir. 10 Haziran 1919'da çalışmalarına başlamıştır. Milletler Cemiyeti'nin asıl üyeleri, "İmzacı devletler" ile "Davetçi Devletler" tarafından "Misak'a katılmaya çağrılan devletler"idi. Bunların dışında Cemiyet'in koyduğu düzenlemeleri kabul etmesi koşuluyla herhangi bir Savaşı'nın yenen devletlerinin kurduğu ve bunların savaş sırasında tarafsız kalmış devletleri içine aldıkları bir örgüttü. Ancak ABD, barış andlaşmalarını Başkanın imzalamasına rağmen, Senatonun onaylamaması nedeniyle, Milletler Cemiyeti'nin dışında kaldı. Cemiyetin üye sayısı 1920'de 42'den 48'e sonra 63'e yükseldi.  

I. Dünya Savaşı (1914-1918)

Nedenleri: 1870 Sedan Savaşı ile Almanya ve İtalya'nın birliklerini kurmaları, bunların büyük devlet olarak devletlerarası ilişkilerde yer almak istemesi ve bunun için girişimlerde bulunmaları, Viyana Kongresi statüsünü ve güçler dengesini büyük ölçüde değiştirmişti. Bundan sonra yeniden bir dengenin kurulması girişimleri ise Avrupa'da yeni blokların ortaya çıkmasına ve bunların birbirleriyle çatışmasına yol açmıştı. Bloklar arasındaki gerginlik karşılıklı silahlanmaya neden olmuş, bu da "Silahlı Barış Dönemi"ni ortaya çıkarmıştı. Bu dönemde, bloklar ve devletlerarası ilişkilerde çok yönlü gelişmeler gerginliği çoğaltmış ve devletleri bir savaşın eşiğine getirmişti. Bu genel çerçevede I. Dünya Savaşı'nın çeşitli ekonomik, siyasi ve askeri nedenleri vardı.
     İngiltere: Almanya'nın gelişen ekonomisinin dünya pazarlarını ele geçirmesinden ve askeri yönden güçlenmesinden endişelenmekteydi. Nitekim Almanya 1890'lardan sonra izlediği politikayla Güneydoğu Avrupa ve Önasya'yı etkisi altına almış, Afrika'yı ve Uzakdoğu'yu da girişimleriyle etkisi altına almaya çalışıyordu. Böylece Almanya; İngiltere için denizlerde güçlü bir rakip ve Avrupa'da dengeyi bozan bir güç haline gelmişti. Bu da İngiltere'nin güvenliği ile Hindistan Yolu ve denizaşırı çıkarları yönünden, tepkisine yol açmıştı. Bu nedenle İngiltere Almanya'nın güç ve etkinliğinin azaltılmasını istiyordu.
    Fransa: Yanıbaşında güçlü bir Almanya'nın varlığından, güvenliği açısında endişelenmekteydi. Diğer yandan 1870'den beri Almanya'dan öç almak  ve Alsace-Lorraine'yi ele geçirmek istiyordu. Çıkabilecek bir savaşta Almanya'yı parçalamanın hesabı içindeydi.
   Rusya: Batı sınırında Almanya'nın bir güç olarak belirmesinden ve Doğu Avrupa'da Panislavist emellerine set çekmesinden, bu arada Pancermenizmin tehlike haline gelmesinden memnun değildi. Almanya'yı yıkarak ona dayanan Avusturya-Macaristan İmparatorluğu'nu parçalayarak bu tehlikeyi ortadan kaldırmak ve bütün Slavları Rus egemenliğine alabilmek emelindeydi. Bundan başka İstanbul ile Boğazları, İngiltere ve Fransa'nın müttefiki olmasından yararlanarak ele geçirmeyi tasarlıyordu.
    Almanya: Ekonomik ve siyasi yönlerden dünyada daha etkin hale gelmek istiyordu. Özellikle Doğu'ya doğru genişlemek, Alman artık nüfusunu bu yörelere yerleştirmek ve yeni pazarlar ele geçirmek düşüncesiydi.
    Avusturya-Macaristan: Bu devlet kendisine en büyük zararın Panislavizmden geleceğini anlamıştı. Özellikle Sırbistan'ın büyük iddialarla harekete geçmesinin ve Rusya'nın bu devleti desteklemesinin tehlikeli olduğunu görmüştü. Bu nedenle Sırbistan'ı ortadan kaldırarak Doğu'ya doğru genişlemek ve Rus etkisini Balkanlardan uzaklaştırmak istiyordu.
    İtalya: Üçlü İttifak bloğu içinde olmakla beraber, gizlice Fransa ile anlaşmıştı. Amacı, Avusturya'nın egemenliğinde kalmış olan İtalya topraklarını kurtarmak, Akdeniz ve çerçevesinde yeni sömürgeler ele geçirmekti.
     Balkan bunalımından doğan Avusturya-Sırbistan çatışmasından dolayı Avrupa'da savaş patlak verdi ve kısa sürede bu savaş genel savaş çerçevesine büründü. Avusturya veliahtı Arşidük Ferdinand ve karısının 28 Haziran 1914'te Saraybosna'da bir Sırp tarafından öldürülmesi savaşın zahiri sebebi oldu. İtilaf ve İttifak Devletleri arasında başlayan savaşa kısa süre sonra tarafsız devletlerde katıldı. 3 Mart 1918'de Rusya, 29 Eylül 1918'de Bulgaristan, 30 Ekim 1918'de Osmanlı, 3 Kasım 1918'de Avusturya-Macaristan, 11 Kasım 1918'de yenilgiyi kabul ederek savaştan çekilmeleriyle Kasım 1918'de fiilen sona erdi.
   Birinci Dünya Savaşı'nı durduran mütarekelerin imzalanmasından sonra sıra barış anlaşmalarının yapılmasına gelmişti. Ancak, barış koşullarının saptanması konusunda, Müttefik Devletler arasında farklı görüşler ortaya atıldı. Bunda Wilson İlkeleri'nin uygulanıp uygulanmayacağı önemli rol oynuyordu. 

I. Dünya Savaşına Giden Süreç

    18.yüzyılın sonu ve 19. yüzyıl başlarında Avrupa'da özellikle İngiltere, Fransa ve Rusya ön plana çıkmış ve bunlar dünyada yaygın şekilde sömürge imparatorlukları kurmuşlardır. Bunların içerisinde İngiltere en fazla nüfuza sahip olan ülkedir. Adı geçen ülkeler İslam dünyası üzerinde sömürgeler kurmuşlar, Hint Deniz Yolu üzerinde egemenlik elde etmişlerdir.
   Rusya, bütün Orta Asya'yı sömürmektedir. Fransa ise sömürgelerini dağınık şekilde oluşturmuştur. Almanya ve İtalya birliğini sağladıktan sonra sömürge arayışına girişmişlerdir. Bu girişimlerinin sebebi ise endüstride oluşan mal fazlalığının pazarlara sürülmek istenmesidir. Avrupalılar bunu Charles Darwin sayesinde yapmışlardır. Darwin 1839'da "Türklerin Kökeni" ve "İnsanoğlunun Doğuşu" adlı kitaplar yazmıştır. Bu eserler de Darwin "Dünyada ancak güçlüler çevreye uyum sağlar. Zayıflar zamanla yok olur gider" şeklinde hayvanlar üzerinde değerlendirmeler yapmıştır. İnsanlar bunu toplumsal darwinizm olarak nitelendirmişlerdir. Avrupalılar bunun için sömürgeleştirdikleri toplumlara kendi kendini yönetemeyen alt ırk muamelesi yapmışlardır. Bu anlayış kısa vadede zedelenmeye başlamıştır. Emperyalistlere karşı itirazlar doğmaya başlamıştır. Bu ilk olarak Çin'de kendini göstermiştir. 1838-1840 yıllarında İngiltere Çin'e girip burayı sömürgeleştirmeye çalışmış, buna karşılık Çin'de direnişler görülmüştür. İngiltere bu süreç içinde Çin'e Afyon satmaya başlamış, Çin hükümeti Afyon ticaretini yasaklamıştır. Bu hadiseler Çin, İngiltere ve Amerika arasında Afyon Savaşı'nın olmasına sebebiyet vermiştir.
    Çin'de iktidara karşı 1850'de ayaklanma patlak vermiştir. Ayaklanmanın çıkış noktası Batı ülkelerinin ticaret amacıyla Çin'de olmaları ve bu maksatla Hristiyanlığı yaymaya çalışmaları olmuştur. Batı bu isyanda Çin'e destek vermiş ve Çin'de Batı'ya karşı olan önyargı yıkılmaya başlamıştır. Çin artık Batı emperyalizmine açılmıştır. Bu süreç Çin'de hoşnutsuzluk yaratmış ve 1900'de Boxer Ayaklanması meydana gelmiştir.
   Japonya'da 1868 yılından itibaren Batılılaşma yolunda önemli adımlar atılmıştır. 20. yüzyıla gelindiğinde bu Batılılaşma çabaları olumlu sonuç vermiştir. Japonya hızla gelişim alanı bulmuştur. 
   Hindistan'da sömürgeci devletlere karşı isyanlar başgöstermiştir.
   Mısır'da 1869'da Süveyş Kanalı açılmış ve ülkenin önemi artmıştır. Bölge İngiltere ve Fransa'nın ilgi odağı haline gelmiştir. Sonuçta İngiltere 1882'de Mısır'ı ilhak etmiştir.
   19. yüzyılın sonu ve 20. yüzyılın başlarında İngiltere Avrupa'da başat güç haline gelmiştir. Ancak bu güce karşı Japonya ve ABD kendini hissettirmeye başlamıştır. Dünya sömürgelerinin paylaşılmasına Almanya ve İtalya dahil olmak istemiş, İngiltere ve Fransa çıkarları doğrultusunda bu iki ülkeye pay vermek istemişlerdir. Almanların hedefi İngiltere'nin sömürgelerindeki egemenliği yıkmak olmuştur. Blokların oluşması çatışmayı beraberinde getirmiştir.

XP matte lip gloss

 
     Kullanmayı merak ettiğim bir üründü. İsmini hatırlayamadığım bir markette gördüm ve 8 liraya aldım. Yoğun parfümlü bir kokusu yok. Kokusundan rahatsız olmazsınız. Aplikatörü ile uygulaması kolay. Rengi yoğun, tek sürüştü rengi yakalıyorsunuz. Bende 103 numaralı rengi var ve rengini beğeniyorum.  Sade bir ambalajlaması var.
Rengi şu şekilde :

   İlk sürdüğünüzde kuruyana kadar dudaklarınız birbirine yapışabilir. Kuruduktan sonra yapışması yok oluyor. Kurutma yapıyor, sürmeden önce dudak nemlendiricisi sürmelisiniz. Kalıcılığı fazlasıyla iyi. Waterproofunu düşünemiyorum. Bir kaç saat geçtikten sonra kolumu el sabunuyla iki defa yıkadım ve peçeteyle bastırarak sildim. Sonuç altta ki resim :)



Sebzeli Pide Tarifi

Malzemeler
  • 1 çay bardağı ılık süt
  • 1 paket kuru maya
  • 5 yemek kaşığı sıvı yağ
  • 5.5 su bardağı un
  • 1 su bardağı ılık su
  • 1 adet yumurta beyazı
  • Bir tutam tuz
  • Bir tutam şeker
İç Harcı İçin:
  • 1 kırmızı biber;
  • 1 yeşil biber
  • 5-6 adet zeytin
  • 2 domates
  • Kaşar peyniri (Rendelenmiş)
Tüm malzemeleri harmanlayın, kırmızı biber kekik ve karabiber ekleyerek karıştırın iç harcınız hazır. 

                                                                             Sebzeli Pidenin Yapılışı:

Ilık süte mayayı karıştırıp yarım saat dinlendirin. Maya biraz köpüklenmeye başladığında yoğurma kabınızın içine mayalı sütünüzü,sıvıyağ,yumurta tuz şeker ve suyu beraber dökün çırpıcı yardımıyla harmanlayın. Daha sonra azar azar ununuzu ekleyin. Hamurunuz çok sert olmayacak kabınızın kenarlarından rahat ayrılıyorsa tamam demektir. Hamurunuzu yoğururken elinizi biraz uzatarak hamura hava aldırırsanız kabarması artacaktır. 1 saat kadar hamurunuzu mayalanması için üstünde nemli bez ile bekletin.


Avuç içi kadar kopardığınız hamurunuzu açıp tepsinize yerleştirin. Masa yada sofrada yaparsanız işlemi tepsiniz yerleştirmeniz zor olacaktır bundan dolayı açtıktan sonra direk tepsiye alın ve şeklini orada verin. Hamurunuzun kenarlarını büzmeden önce hafifçe zemine kaşar rendesi serpin. Kenarlarını bükün ve ortada oluşan boşluğa harmanladığınız karışımı serpin.

Pideleriniz tamamlandığında sadece beyazını kullandığımız yumurtamızın sarısını gözüken hamur kısımlara sürün 150 derece önceden ısıttığınız fırında 15 dakika pişirdikten sonra çıkarıp kaşarla üstünü örtün ve tekrar fırına verin kaşarlarımız hafif kızarıncaya kaşar pişirmeye bırakın. Ve pideniz hazır :)

Afiyet olsun :)



Sosyalizm

    Sosyalizm akımı kaynağını Fransız İhtilali'nden almıştır. Siyasal eşitlik ilkesinin, 1815'ten itibaren ekonomik eşitliğe de dönüştürülmesi sosyalizm akımının doğmasına yol açmıştır. Bu fikri ortaya atan yazarlar siyasal eşitliğin kişiler arasındaki eşitliğin sağlanması için yeterli olmayacağını tam eşitlik için kişiler arasında ekonomik eşitliğin de olması gerektiğini ileri sürmüşlerdir. Sosyalizmdeki fikir çeşitliliği sosyalizmi fikir bütünlüğünden yoksun bırakmıştır. Bu yüzden sosyalizm 19. yüzyılda yalnızca fikir planında kalmış, fikri bir tartışmadan öteye gidememiştir. Sosyalizm, liberalizm ve nasyonalizme göre fiili güçten yoksun kalmıştır. Rusya'daki Bolşevik İhtilali'nden sonra sosyalizm milletlerarası münasebetlere yeni bir unsur olarak girmiştir.
   Karl Marx ile birlikte sosyalist düşüncede önemli değişiklikler meydana gelmiştir. Marx kendi sosyalist sistemini işçi sınıfına dayandırdığı ve bu sistemi evrensel açıdan ele aldığı için bütün dünya işçilerinin örgütlenmesi konusuna önem vermiştir. Bu çabaların sonucunda I. ve II. Enternasyoneller sosyalizmin fikir planın da parçalanmasına sebep olmuşlardır.
    Karl Marx, Das Kapital'in birinci cildini 1856'da yayınlamıştır. Karl Marx ve F. Engels 1848'de "Kominist Manifestosu"nu yayımlamışlardır. Marx ve Engels bu eserin yayınlanmasından sonra işçileri milletlerarası bir teşekkülde birleştirmeye çalışmışlardır. Bu amaçla  milletlerarası işçi sınıfını organize etmek suretiyle komünist ihtilale gitmeyi düşünmüşlerdir. Marx ve Engels'in çabasıyla 1864'te ilk defa  İngiltere'de I. Enternasyonal uzun ömürlü olmamıştır. Çünkü Marx ve bir Rus olan Mikhail Bakunin şiddetli bir fikir mücadelesi içine girmişlerdir. Marx sistemini kurarken Feuerbach ve Hegel'den yararlanmıştır. Marksist sitemde siyasi otorite hakimdir. Buna karşılık Baku'nin anarşisttir ve her türlü otoritenin karşısındadır. Ona göre her örgüt insan hürriyetine indirilmiş bir darbedir. Devlet insan hürriyetini kısıtlamaktadır. Bu yüzden ortadan kaldırılmalıdır. Marx, Baku'nin ile mücadelesinde I. Enternasyonel'in parçalanacağını görünce, 1872'de Lahey Kongresi'nde Bakunin'i Enternasyonel'den atmıştır. Marx I. Enternasyonal'i Bakunin'in etkisinden kurtulmak için Amerika'da Philladelphia'ya taşımıştır. 1876'da Philladelphi'a Kongresi'nde I. Enternasyonel kendini feshetmiştir.
     1889'da II. Enternasyonel kurulmuştur. 1914'e kadar devam etmiştir. Yalnız Marksistler değil, ılımlı sosyalistler de burada yer almıştır. Farklı grupların bir arada yer almasından kaynaklı II. Enternasyonel'de fikir ayrılıkları yaşanmıştır. Bu görüş ayrılıkları içinde en çok öne çıkan Revizyonizm'dir. Revizyonizm akımının liderliğini Alman sosyalist Bernstein yapmıştır. Bernstein Marx'ın kehanetini yalanlamıştır. Marx'a göre, endüstriler geliştikçe işçi biraz daha sefalete gidecektir. İşçi kitleleri çoğalacak, sermaye monopollerinin sayısı azalacaktır. Bu suretle işçi sınıfı, sermayedarları devirip üretim araçlarına toplumsal olarak sahip olacaktır. Karl Marx buna "Nihai Felaket" adını verir.
    Bernstein'e göre ise endüstrinin gelişmesiyle işçi sınıfının fakirleşeceği iddiası doğru değildir. İkinci olarak Marx, endüstri büyümesinin monopole yol açacağını, sermayenin sayılı ellerde toplanacağını söylemiştir. Ancak Bernstein'e göre, sermaye sahipliği azalmamakta aksine çoğalmaktadır. Üçüncü bir nokta ise şudur: 1848 Komünist Manifestosu'nda Marx ve Engels'in ortaya attığı bir çağrı vardı. "Dünya işçileri birleşiniz". Marx'a göre işçinin vatanı yoktur, sınıfı vardır. Bernstein'e göre bir vatandaş olarak işçinin de vatanı vardır.
    Bu üç noktadan hareketle Bernstein Marksizm'i yumuşatmak istemiştir. Kapitalist düzende işçinin durumunun düzeleceğini ve mevcut olabileceğini söylemiştir. Yani ihtilal metodu kullanmak şart değildir, demokratik metodlarla sosyalizm gerçekleştirilebilir. Bernstein'in bu düşüncesi Marksistler tarafından Revizyonizm olarak adlandırılmıştır.
  II.Enternasyonel 1914 I. Dünya Savaşı'na kadar devam etmiştir. 

Nasyonalizm

    Milliyetçilik akımının esası milli bağımsızlıktır. Başka devletlerin hegomanyası altında yaşayan milletlerin milli bağımsızlıklarını kazanmaları ve kendi bağımsız devletlerini kurma hareketidir. Bu hareket kaynağını Fransız İhtilali'nden almaktadır. Kişi hürriyeti kavramının milletlere tatbikidir.
   Bir millet bir bütün olarak bağımsızlığını elde etme hakkına sahiptir. Milliyetçilik hareketinin ortaya çıkmasında Fransa'daki ihtilal etkili olmuştur. Napolyon Bonapart Avrupa'nın büyük devletlerinin topraklarına girerken, bu topraklardaki milletleri bağlı oldukları devletlere karşı ayaklandırmış ve Fransa'nın bu milletlere hürriyet getirdiğini söylemiştir.
   1815 Viyana Kongresi'nde milletler parçalanmış, bu milletler başka devletlerin sınırları içine sokulmuştur.1830-1848 İhtilalleri'nde bağımsızlık teşebbüslerine de  rastlanılmaktadır. 1815'ten sonra milliyetçilik akımının en önemli meselesi Alman ve İtalyan milli birlikleri olmuştur. Bu meselenin kaynağı da Viyana Kongresi Kararları'ydı. En büyük rolü Avusturya oynuyordu. Avusturya çok çeşitli milletlerden oluştuğu için Fransız İhtilali'ne cephe almıştı. Almanya'da Prusya, İtalya'da Piyemonte devletleri biri Alman diğeri İtalyan milli birliğinin kurulmasını istiyordu. Onun için Avusturya 1815'ten itibaren iki devlet ile de mücadele içine girdi.
   İtalya'nın 1861, Almanya'nın da 1871' de bağımsız devletler olarak Avrupa'da ki milletlerarası münasebetlere girmesiyle, nasyonalizm amacına ulaşmıştı.

Liberalizm

   Ortaçağ'da Rönesans ile sanat alanında, Reform ile de din alanında insan düşüncesine serbestlik getirme amaçlanmıştır. Rönesans ile sanatkarlar doğaya geniş bir serbestlik ve hürriyet ile bakmaya, Reform ile insanlar Katolikliğin din kalıbını kırarak insan ile Tanrı arasındaki münasebetlere özgürlük getirmeye başlamışlardır.
  Ancak ne sanat ne de din alanındaki özgürlük insanın siyasal yaşayışına herhangi bir hürriyet getirmemiştir. İnsanlar yine kudretini ve yetkisini Tanrı'dan aldığını iddia eden kral, imparator, prens veya hükümdarın sert otoritesine tabi olarak onun keyfi idaresi altında yaşamaya devam etmişlerdir. Yani toplum içinde kişinin insan olarak hiçbir değeri tanınmamıştır. 1789 İhtilali ile toplumların bu siyasal düzeni yıkılmaya başlamıştır.
  Siyasal düzen hükümdarın otoritesi ile kişinin insanca yaşama ilkesi arasında kurulan bir dengeye dayandırılmak isteniyordu. Fransız İhtilalcileri 28 Ağustos 1789'da yayımladıkları "İnsan ve Vatandaş Hakları Demeci" ile bu dengeyi açıkca ilan etmişlerdir. Bu demeç insanın doğduğu andan itibaren bir takım temel hak ve hürriyetlere sahip bulunduğunu ortaya koyuyor ve hükümdarın otoritesini bu temel hak ve hürriyetlerle sınırlıyordu. Fransız İhtilali ile ortaya çıkan bu yeni siyasal düzen anlayışına liberalizm veya hürriyetçilik adı verilmektedir. Liberalizm hareketinin en mühim unsuru anayasalcılıktır. Yani liberalizm anayasalcı bir hürriyet düzeni kurmayı amaçlamıştır. Bu anayasalı düzende hükümdarın yetkilerinin sınırı ve kullanma şekli bir anayasa ile çizilecektir.
   1792-1815 arasındaki Fransız İhtilali Savaşları liberalizmin bütün Avrupa'ya ve özellikle kitlelere yayılmasını kolaylaştırmıştır. 1815'de Napolyon'u yenen Avrupa'nın büyük devletleri hürriyetçilik fikirlerini de yenilgiye uğrattıklarını sanmışlardır. 1815 Viyana'da işbirliği içine giren Avrupa'nın mutlakiyetçi hükümdarları 1815'ten sonra toplumların yine eski düzen üzerinden yönetmeye başlamışlardır. 1818-1822 arasında Almanya, İtalya ve İspanya'da liberalist ayaklanmalar olmuştur. Liberalizm hareketi 1830 İhtilali'nde önemli bir adım atmıştır. 1848'de başlayan diğer bir ihtilalde ise liberalizm artık önemli bir zafer sağlamıştır. 19. yüzyılda anayasalı rejimler normal bir siyasi düzen haline gelmiştir. 19. yüzyılın ortalarında artık hürriyetçilik ve anayasalı rejim, Avrupa ülkelerinin ciddi bir meselesi olmaktan çıkmıştır.

Meet Matt(e) Trimony


The Balmın bu far paletini gerçekten almayı o kadar çok istiyordum ki doğum günü hediyem oldu bana :) Paletin ambalajı lekelenmeye müsait ve mıknatıslı. Far paletini aldığınızda kendi ambalajından bir kutuda çıkıyor. Bu karton kutuyu atmamayı tavsiye ediyorum. Seyahate gittiğinizde bu karton kutusuyla yanınızda götürürseniz paleti muhafaza etmiş olursunuz. Gratislerde 90 lira civarlarında olan bir palet.        

 
    Palet 9 renkten oluşuyor. Tamamı mat farlardan oluşan bir palet. Paletteki renkler kızıl ve toprak tonlarından oluşuyor.
    Paraben ve talc içermediği gibi hayvanlar üzerinde de test yapılmıyor. Gönül rahatlığı ile kullanılacak bir ürün.
    Kutunun içindeki ayna büyük ve kullanışlı :) Far bölmeleri büyük ve içerisinde uzun süreler yetecek kadar ürün var.


Farların yapısı yumuşak uygulaması, dağıtması ve karıştırması kolay. Pigmentasyonu çok iyi paletin içinde tozutması var farı uygularken ise hafif bir tozutma yapıyor. Bu kadar kusur kadı kızında da olur :) Far paletinde ki renkler hem günlük makyaja uygun hem de gece makyajına uygun renkler içeriyor. Her makyajımda elimin gittiği tek far paleti diyebilirim. Gerçekten çok memnunum. Kendileri her evde ve her seyahatte elinizde olması gereken bir far paleti. 

Hele bu 3 renge bayılıyorum. Matt Lopez günlük makyajda katlanma bölgesi için yapılmış çok güzel bir far. Matt Redd üst ve alt kirpik dipleri için yapılmış çok güzel bir renk. Matt Kumar çok güzel bir mat bordo renk değil mi ya :) 
 Kısacası ben memnunum benim zevkime hitap ediyor :)

XP Contour Effects Kit


   Ambalajlaması gerçekten çok hoş. Ürünlerini XP'nin kendi ınstagram sayfasından alabilirsiniz. Bu kontür kitinin fiyatı 17.5 lira. Bu kite kontür kiti demek çok doğru olacağını düşünmüyorum. Yüz kontürleme olarak kullanabilecek bir kit değil.






Resimde de gördüğünüz gibi 4 bölümden oluşuyor. Contour, blush, bronzer, hıghlıght. Kullandığım ve deneyimimi sunabileceğim bir durumda olduğum yandaki resimde de çok açık bir şekilde ortada :) Blush ve hıghlıghtta palet üzerinde ki yapılarından top top oldu. Fakat bu kullanımda bir dezavantaj yaratmadı.



Contour: Kitte en çok sevdiğim ve en çok kullandığım bir ürün. Yapısı mat ve tozutma yapmıyor. Pigmentasyonu gayet iyi, ilerleyen saatlerde tazeleme ihtiyacı duyabilirsiniz. Tam bir kahvelik içeriyor. Yüzde çok hoş duruyor.

Blush: Çok hafif ve tatlı bir pembe. Pigmentasyonu düşük. Çok hafif bir sedefli yapısı ve yüzde kendini çok belli etmiyor. Doğal duruyor, günlük için birerbir.




Bronzer:  Hiç kullanmadım kendisini sadece kolumda swatchlamak için kullandım :) Bronzerı mat tercih ediyorum bu ürünün çok ışıltılı bir yapısı var. Pigmentasyonu başarılı ve bu üründen çok güzel bir far olur :)

Hıghlıght: Aman aman bir aydınlatması yok. Bu üründe günlük için çok ideal. Parmakla dokunulduğunda kendini çok belli ediyor ama yüze uygulanıldığında parmaktaki yoğunluğu olmuyor. Hafif ile orta arasında bir aydınlatması var ve kalıcığı az.

   Sonuç olarak contour rengin bitmesine çok üzülüyorum. Bu sebeple alınabilecek bir ürün diyebilirim. 



19 Şubat 2018 Pazartesi

Tavada Pankek


Malzemeler: 

  • 2 adet Yumurta
  • yarım su bardağı Şeker
  • 1 su bardağı Süt
  • 1 buçuk su bardağı un
  • Birer paket kabartma tozu ve vanilya  (kabartma tozu yoksa 1 çay kaşığı karbonat)
  • Tercihen; nutella, çilek, muz
Yapılışı:   

  • Yumurta ve şekeri karıştıralım. Burdaki amaç ikisinin karışması, köpürtene kadar çırpmayın.
  • Sütü ekleyin biraz yavaş şekilde karıştırdıktan sonra un, kabartma tozu ve vanilyayı ekleyin.
  • Karıştırdığınız harcın kıvamı kek hamurundan azıcık yoğun olucak.
  • Teflon tavanıza bir kaç damla sıvı yağ döküp peçete ile her yerine yayın. Orta ateşte pişirmelisiniz. Yağınızı 30 saniye kadar ısıttıktan sonra..
  • 1 kepçeyi dolu dolu doldurmadan tavaya dökün. Döktüğünüz karışım baloncuk baloncuk olunca spatula yardımı ile ters çevirin. Her tavaya koyacağınız kepçe öncesinde tavayı peçete ile yağlayın.
  • Arzu ederseniz; pankeklerin üstüne nutella sürün bir kenarına çilek dilimleri koyun ve ikiye katlayın.

14 Şubat 2018 Çarşamba

Fransız İhtilali

Nedenleri:

  • İç Meseleler (Kral Yediyıl Savaşları'ndan yenik çıkmış, birçok sömürge kaybedilmiş, halktan savaş sürecinde büyük miktarda vergi toplanmıştır. Krala karşı olumsuzluk oluşmuştur.)
  • Düşünce Akımları 
(Krallık istibdadı doğru değildir. İngiltere'nin anayasalı modeli esas alınmaldır. Güçler ayrılığı prensibi uygulanmalıdır./Montesqui)
(Krallar Tanrıların temsilcisi değildir. Egemenliğin kaynağı halktır. Kralların meşru boyutu kaldırılmalıdır. Vicdan ve hürriyet özgürlüğü olmalıdır./Voltaire) 
(Devlet toplum sözleşmesi ile doğar. Egemenlik halkta olmalıdır. Toplum hayatı yeniden düzenlenmelidir./J.J.Rousseau)
(Devrim felsefecilerinin ve ideologlarının eserlerini bir araya toplayıp ansiklopedi haline  getirmiştir. Daha sonra bastırıp kamuoyuna dağıtmıştır./Diderot)
      Burjuvalar Fransız  İhtilali'nin en önemli öncülü haline gelmiştir. Daha da zenginleşmişlerdir. Halk ve burjuva adaletsizliğe itiraz etmiştir. İhtilal görünürde ekonomik sebep ile başlamıştır. Halk fazla vergi alınmasından isyana kalkışınca Kral zenginlerden de vergi almıştır. Soylular bundan rahatsız olmuştur. Bunun üzerine Kral Ulusal Meclis'in toplanmasını istemiştir. Ulusal Meclis 5 Mayıs 1789'da toplanmıştır. Görüşmeler yapılmıştır. Burjuva ve halk temsil edenler her kesimin bir rolü olmasını istemişlerdir. Burjuva ve halk 17 Haziran 1789'da Ulusal Meclis'in çoğunluğunu oluşturmuşlardır. 20 Haziran'da meclis yeniden toplanmıştır. Yeni anayasa yapılana kadar meclisi dağıtmama kararı almışlardır. Zamanla bunlara soylular ve küçük ruhban sınıfı da dahil olmuştur. 9 Temmuz 1789'da Kurucu Meclis ilan edilmiştir. 5 gün sonra halk Bastil Hapishanesi'ni basarak siyasi düşünürleri kaçırmış ve ihtilal başlamıştır.
    İhtilalciler belediyeyi ele geçirmişlerdir. Kralın muhafız alayına tepki olarak milli ordunun temeli atılmıştır. Halk artık kendi ordusunu kurmuştur. Kralın gücü azalmıştır. 4 Ağustos'ta Kurucu Meclis tarafından Fransa'da Feodalizm lağvedilmiştir. 28 Ağustos'ta Yurttaş Hakları Beyannamesi yayımlanmıştır. Birçok insan hakkı kabul edilerek yazılı hale gelmiştir. 14 Eylül 1791'de anayasa oluşturularak Kral tarafından onaylanmıştır. Artık Fransa anayasalı meşrutiyete geçmiştir. Kurucu Meclis anayasanın ilanından sonra görevini tamamlamıştır. 1791-1792 yılları arası Yasama Meclisi dönemini kapsıyor. Anca sorunlar yine devam ediyor. İhtilalciler Kralı hapsediyor. 1792'de Avusturya-Prusya saldırıları önleniyor. 1792-1795 Konvansiyon dönemini oluşturuyor. 21 Eylül 1792'de Krallık bitiyor, Cumhuriyet kuruluyor. Ocak 1793'te Lui, Ekim 1793'te eşi vatana ihanetten idam ediliyor. Bundan dolayı içeride büyük isyan başlıyor. Dıştan Fransa kıskaç altına alınıyor. Buna karşı Fransa'da birtakım önlemler alınıyor. Birçok kitle ihtilale muhalif olmaktan idam ediliyor. Bu özellikle Jakobenlerin baskısıdır. Jakobenler Fransız İhtilali'nin koruyucularıdır.
    1795-1797 yılları arası Direktuvar Dönemi'dir. Bu dönemde Napolyon Bonopart birçok isyanı bastırmıştır. 1799-1803 Konsül Dönemi'nde Birinci Konsül Napolyon olmuştur. 1804'te Napolyon ömür boyu Konsül seçilmiştir. Anayasa düzenlenmiştir. Napolyon kendini kral ilan etmiştir. 1804-1815 yılları arasında İmparatorluk Dönemi başlamıştır. Bu dönemde Avrupa Napolyon ordularının istilasına uğramıştır.
   Avrupa ilk olarak ihtilale müdahalede bulunmamıştır. Ancak devletler bu durumdan etkileneceklerini düşünerek harekete geçmişlerdir(Prusya ve Avusturya). Kısa süre sonra İngiltere, İsveç, Danimarka, Hollanda ve Rusya Fransa'ya karşı harekete geçmişlerdir. Fransa orduları ilk etapta başarı kazanmış, ancak İngiltere ve Fransa'yı yenilgiye uğratamamıştır.
   Fransa Papalığı lağvetmiştir. Kuzey İtalya'daki kent devletlerini kendine bağlamıştır. Ren Konfederasyonu, Polonya'da Varşova Dukalığı kurulmuştur. Hollanda'ya bağlı olan Belçika ayrılmıştır. 1814'te Napolyon Moskova'da Rusya'ya yenilene kadar Avrupa Napolyon Sistemi ile yönetilmiştir. Napolyon Avrupa siyasi birliğini kurmaya en çok yakınlaşan liderdir.
   İhtilalden sonra Viyana düzeni kurulmuştur. Düşünceler ve ilkeler bazında  ihtilal ulusçuluk(nasyonalizm), liberalizm ve sosyalizmi ortaya çıkarmıştır. Ulus hakları, ulus sınırları, plesibit vs. kavramlar gündeme gelmiştir.
   Osmanlı Fransız İhtilali'ne önem vermemiş, Fransa'da ki ihtilal akislerinin kendisine geleceğini düşünmemiştir. Fransa'nın Avusturya'yı yenmesini sempati ile karşılamıştır. Osmanlı Devleti tarafsızlığını korumuştur. Sınırları içindeki Fransız tebaanın sevinçlerini görmemezlikten gelmiştir. 1798'de Napolyon'un Mısır'ı işgali ile Osmanlı Fransa'dan uzaklaşıp İngiltere'
ye yakınlaşmıştır.

Feodalizm

     Feodalizmin kökenleri Ortaçağ'ın başlarında atıldı. Roma İmp, güçlü olduğu dönemlerde hem tarım hem ticaret yapılmaktaydı. Ticaret ancak güvenli bir ortamda gelişebilirdi. Roma İmp. ilelebet güçlü olamazdı. İmparatorluk kuzeyden step kavimlerinin saldırılarına maruz kaldı ve zayıflamaya başladı. Güvenlik ortadan kalkınca ticaret zayıfladı. Toprak daha fazla önem kazandı. Topraklar köleler tarafından işlenmekteydi. Bu durum zamanla feodalitenin ortaya çıkmasına zemin hazırladı. Ticaret zayıflayınca soylular kölelerin dahi ihtiyaçlarını karşılayamaz duruma geldiler. Bu yüzden kölelere toprak parçası verilerek işlenmesi istendi. Bununla yarı kölelik sistemi oluşmaya başladı. Soylu-serf ilişkisi feodalizmin ekonomik alt yapısını oluşturdu. Feodalite 10. ve 11. yüzyıllarda gelişmeye ve yayılmaya başladı. Napolyon döneminde ise tamamen ortadan kalktı. Feodal güçlerin zamanla gelişip yayılmasında ağır sabanın ve üzenginin bulunması büyük fayda sağladı.
     Avrupa'nın kuzey toprakları işlemeye elverişli değildi. Ağır saban sayesinde bu araziler kullanılabilir hale getirildi. Bu sayede tarım gelişti. Daha çok ürün alınmaya başlandı. Yavaş yavaş güçlü ordular kuruldu. Orduların güçlenmesinde üzengi muazzam fayda sağladı. Şövalyeler hareket kabiliyetine sahip oldular. Step saldırılarına karşı korunma durumu gelişti. Zamanla her soylu kendine ait asker ve serflere sahip oldu. Feodalite artık ekonomik ve askeri yönden sistemleşti. Feodaller güçlenince kendi içlerinden seçimle kral belirlediler. Belli bölgelere feodal soylular hakim oldu. Bu dönemde merkezi krallıklar kuruldu. Ancak bunların pek kıymeti yoktu. Çünkü kralların her biri askeri desteğini soylulara tabi askerlerden alıyordu. Krallar bir nevi sembolikti. Feodal sistemin en önemli özellikleri yerellik, merkezden uzaklık ve kendi kendine yeten güçler olmasıydı.
    Serf senyöre bazı haklarını taahhüt ettirebilme hakkına sahiptir. Tek bir gücü elinde toplayan kimse yoktur. En üstün güç Papalıktır. 1215 Magna Carta ile feodal güçler isteklerini krala dikte ettirebilmişlerdir. Bu belge dünyadaki parlementer sistemin ilk adımıdır.
   Feodalite zamanla gevşemeye başlamıştır. Üretim fazlası mallar satılmaya başlanınca paralı sınıf(burjuvazi) ortaya çıkmıştır. Özellikle İtalya'da feodal yapıdan uzak, daha özgürlükçü kent devletleri doğmuştur. Çünkü artık para önemli bir unsur haline gelmiştir. Haçlı Seferleri'nden sonra başlayan para dolaşımı feodalitenin zarar görmesine sebep olmuştur. Soylular ellerine para geçmesi için topraklarını serflere satmaya başlamışlardır.
   Soyluların gücü zamanla azalmıştır. Feodalizmin iktisadi temelleri sarsılmıştır. Feodalizme en büyük darbe ateşli silahların kullanımıyla vurulmuştur. Askeri müdahaleleler sonucu burjuvalar vergilerini krala vermeye başlamışlardır. Bununla kralın hazinesi zenginleşmiştir. Merkezi otoritenin sağlanması için düzenli ordular kurulmuştur. Krallıklar güçlenerek feodal güçlere karşı saldırıya geçmişlerdir. Şövalyelerin gücü bitmiş, piyadelerin gücü ortaya çıkmıştır. Feodal güçlerin şatoları ve surları darmadağın olmuştur. 16.yüzyılın sonlarında feodalite siyasi güç olmaktan çıkmıştır.
   Ortaçağ Avrupası'ndaki Papalık çok güçlüydü. Feodalizmin yıkılış süreci Papalığı da etkiledi. Papalığın sorgulanması durumu gündeme geldi. Buna paralel olarak İtalya'da Rönesans ortaya çıktı. Rönesans, antik çağdaki ilim seviyesinin yeniden tercüme edilerek Avrupa'ya yayılmasıdır. 16. yüzyılda bir çok eser Avrupa diline çevrilmiştir. Özellikle 1450'de Gutenberg'in bulduğu  matbaa Avrupa'da çağdaşlaşma yolunda atılan en önemli adım olmuştur. Kitaplar çoğaltılarak dağıtılmıştır. Okuma artınca kilisenin zincirlerine direnme başlamıştır.
   İnsanlar artık özgür düşünce arayışındadırlar. Arzulanılan özgürlükler sanata, resime, heykele aktarılmıştır. İnsan özgürdür, insan değerlidir, dünya araştırılmaya değer bir yerdir. Tüm bunlar kiliseye tepkidir. Bu tepki entellektüeller arasında hızla yayılmıştır. Bu papalığın işine gelmemiştir. Sanattaki bu düşünce hareketi Reformla dinde de görülmüştür. Reformun öncülüğünü yapan Martin Luther kısa zamanda destek bulmuştur. Halk papalığın güçsüzlüğüne tepki göstermiştir. Gerçek anlamda İncil'e bağlı bir papalık isteniyor. Din adamları papaların Hristiyanlıktan uzaklaştığını söylemişlerdir. Bu nedenlerle Reform kısa zamanda yayılmıştır. Reform'un amacı kiliseyi yıkmak değil İncil'e bağlı bir sistem oturtmaktır. Luther'in çağrısına Roma-Germen İmp. devletçikleri destek vermiş ve kamplaşma ortaya çıkmıştır. Katolik olan Roma-Germen İmp. Protestanlara savaş açmıştır.
    1555'te Qusburg Savaşı'nda Protestanlar galip gelmiştir. Yapılan antlaşma ile her birey ve her devlet istediği dini seçme hakkına sahip olmuştur. Bu Protestanlığın zaferidir. Ancak Roma-Germen İmp. bu istekleri yerine getirmemiştir. Bundan dolayı din savaşları meydana gelmiştir. Roma-Germen İmp. devletçikleri parçalanmıştır. 30 yıl savaşları yaşanmıştır. Bu Avrupa devletlerinin bloklaşarak yaptıkları ilk savaştır. Bir yandan Kutsal Roma-Germen İmp. ve Papalık, diğer yandan ise İngiltere, İsveç, Danimarka ve Protestanlar yer almıştır. Savaş sonucunda 1648 Westphalia Antlaşması imzalanmıştır. Blokların imzaladığı ilk antlaşmadır. Bu savaşlarda protokolde eşitlik söz konusu olduğundan çağdaşlığa giden yolda atılan önemli adımlardan biridir. Bütün bunlarla Ortaçağ bitmiştir. Din eğitimden uzaklaştırılmıştır ve laiklik gündeme gelmiştir.

13 Şubat 2018 Salı

Osmanlı da Gündelik Hayat

     Osmanlı şehirlerinde özellikle Müslüman kesimde günlük hayat sabah namazına davet eden ezanla başlıyordu. Yer yataklarını kaldırıp gömme dolaplara yerleştirdikten sonra, giyinip abdest alınıyor ve namaz kılıyorlardı. Kıyafet kişinin toplum içindeki yeri, mertebesi ve servetine göre değişiyordu. Bu fark kumaşın cinsinden veya yerli ya da ithal oluşundan kaynaklanıyordu. Öğle vakti evlerine gidemeyenler yemeklerini başhane de veya işkembeci de yada muhallebicide yiyorlardı. Başhane de koyun kellesi, paça ve pilav, muhallebici de ise süt, kaymak, irmik ve haşlanmış tavuk bulunuyordu. Akşam yemeği evde yenirdi. Pirinç, koyun eti, sebze en çok tüketilen malzemelerdi. Yemekler bir sini üzerine konan kalaylı tas ve sahanlarda, porselen yada pişmiş topraktan çanaklarda yenirdi. Süt mamülleri özellikle yoğurt önemli gıdalardandı. İstanbul'da Eyüp semti  kaymakçı dükkanları ile ünlüydü. Bunlar aynı zaman da sohbet yerleriydi. Sudan sonra en çok boza ve müselles, pekmez, bal suyu gibi şerbetler içilirdi. Gayrimüslimler rakı ve şarap da içerlerdi. Tabii Türkler'den de içenler olurdu.
    15-16. yüzyıllar da  Osmanlı  ülkesini gezen seyyahlar Türklerin kanaatkar olduğunu, az masraflı ve çabuk hazırlanan yemekler yediklerini, tuz, ekmek, sarımsak veya soğan ile biraz yoğurtları varsa başka birşey istemediklerini, onlar için bir fıçı pirinçle birkaç çanak yağ ve kuru meyvenin önemli bir erzak olduğunu anlatmışlardır. 16. yüzyıl ortalarında Türkiye'ye giren kahve kullanımı da çok yaygınlaşmıştı. İlk kahvehane İstanbul'da 1554'te açılmış ve kısa zaman da ülkenin birçok şehrine yayılarak moda olmuş ve sık sık gidilen sohbet yerleri haline gelmişti. 
    Şehirlerde iş yerleri ayrı mahalleler halindeydi. Evden iş yerine taşla döşeli kaldırımlardan yaya gidilirdi. Dükkanlar genelde hem imalathane hem de satış yeri olarak kullanılıyordu. Haftalık dinlenme günü cuma idi. Bayramlar ve diğer bazı panayır ve şenlikleri de yıllık dinlenme günleri olarak değerlendiriyorlardı.
    Sarayın Ramazan ayında büründüğü hava, II. Abdülhamid'in kızı Ayşe Osmanoğlu tarafından şöyle tasvir olunmaktadır; Sarayda ramazan çok güzel olurdu. Bir hafta evvelden hazırlıklar başlardı. Temizlik yapılır, kiler-i hümayundan bütün dairelere büyük sürahiler içinde türlü şuruplar, birçok iftariyeler gelirdi. Ramazan ayının ilk gecesi bütün dairelerin sofalarına altın yaldızlı kafesler kurulur, seccadeler yayılır, harem ağalarıyla bir imam, iki güzel sesli müezzin gelirdi. İlahiler okunarak namaz kılınırdı. Gece kapılar açılır, sahur tablaları girer, top atılıncaya kadar herkes ayakta kalırdı.  Öğle üzeri de her daireye bir hoca gelir, vaaz verirdi. Akşam topla beraber zemzem-i şerifle oruç bozulur, iftar takımları hazırlanır, buzlu limonatalar, şuruplar içilirdi... Harem saray dairesi ramazanda adeta cami haline girer, herkes ibadetle vakit geçirirdi.
   Çok dağınık olan Osmanlı köylerinin bir çoğu beş-altı haneden oluşuyordu. Köylülerin büyük kesimi özellikle ücra bölgelerde olanlar, ekonomik açıdan kendi kendilerine yetmeye çalışıyorlardı
   

Osmanlı Toplum Yapısında Değişimler

    Toplum düzenine ve barışına nizam-ı alem adını vermişlerdi. Avrupalılar buna "pax ottomana" diyorlardı. Osmanlı toplumu 16. yüzyıl içinde derinden etkileyen önemli bir faktör Amerika'nın keşfidir.  Avrupalılar burada elde ettikleri gümüşü Osmanlı pazarlarına sürünce Osmanlı ekonomisi sarsılmıştır. Yüksek enflasyon halkın geçim durumunu sarsmış ve sosyal patlamaya sebep olmuştur.
   Köyden kente göç başlamış, sonucunda toplumu derinden sarsan Celali İsyanları patlak vermiştir. Tımarlı sipahi ermiş, köylü ayanın paralı askeri konumuna gelmiş, köyden kente göç daha da hızlanmış, uzak bölgelerde yeni köyler kurulmuştur. Tarım üretimi düşmüş, Osmanlı toplumunda ki köy-şehir dengesi bozulmuştur.
   Tımar sistemi bozulunca iltizam usulüne geçilmiş, halk mültezimlerin insafına bırakıldığından bu alanda sorunlarla karşılaşılmıştır. 1695 yılında iltizamdan malikane sistemine geçilmiş buda ayanın güç kazanmasını hızlandırmıştır. Merkezi idarenin gücünün azalması, ayanın bölgede daha etkili hale getirmiş ve merkezi yönetimin onlarla iş birliği yapmasını zorunlu kılmıştır.Ayan güç kazanarak devlet içinde devlet görümünde iktidar sahibi olmuştur.
    16. yüzyılın sonlarında 18. yüzyılın sonlarına kadar uzun ve yorucu savaşlar, nüfus artışı, iktisadi buhranlar, işsizlik, eşkiya hareketleri ve Celali İsyanları ülke içinde büyük ölçüde nüfus dalgalanmasına sebep olmuştur. Osmanlı'nın uyguladığı iskan politikası kimlik değiştirerek harap olmuş ve sahipsiz kalmış yerleri tarıma açmak ve göçmenleri uygun bölgelere yerleştirmek için uygulanmıştır. Amaç elden çıkan bölgede ki ürün telafisi yapmaktı. Konar-göçer gruplar ise başka yerlere sürülerek iskan ediliyordu. 19. yüzyıldan itibaren Osmanlı'da genel nüfus azalırken Müslüman-Türk nüfus artıyordu. Bu ise kaybedilen topraklara ve oradan gelen göçlere bağlıydı. Bu göçlerle toplum homojen hale gelmişti. 
    Batılılaşmanın sonucu olarak lüks eşya satan dükkanlar, tiyatro binaları ve eğlence yerleri ortaya çıkmıştır. Külliye sistemi çözülerek dağılmış, cami çok yönlü fonksiyonunu kaybetmiştir. Medreseler ikinci plana itilmiştir. Kahvehanelerin bir kısmı pastane ve eğlence yeri haline getirilmiştir. Kadın-erkek birlikte eğlenme modası doğmuştur. Osmanlı'nın ananevi meslekleri çökmüştür. Yerli üretim terk edilmiştir. 1895'te  üst tabaka arasında otomobil kullanımı yaygınlaşmıştır.

12 Şubat 2018 Pazartesi

Osmanlı da Toplum Anlayışı

    Osmanlı  Devletinde haksızlıkların önüne geçmek, emniyeti sağlamak, adalete dayalı bir toplum nizamı kurmak ve bunu sürdürmekle görevli bir yönetici güce, devlet gücüne, dolayısıyla bir hükümdara her zaman ihtiyaç duyulduğunu savunmuşlardır.
   Osmanlı toplum düzenini ve yönetim felsefesinin temelini oluşturan fikirler, "daire-i adliye" yani "adalet dairesi" veya "hakkaniyet çemberi" adı verilen bir formülle açıklanmıştır. Kökeni Sasaniler'e kadar çıkan, Kutadgu Bilig'te, Nizamülmülk ve Gazzali'nin eserlerinde açıklığa kavuşturulmuş olan bu kavram, Kınalızade Ali Efendi'nin Ahlak-ı Alai'si, Naima'nın Tarihi gibi bir çok eserde tekrar ele alınmış ve yorumlanmıştır.
 Osmanlı anlayışına göre, hakkaniyet çemberinin halkalarını oluşturan adalet, devlet, şeriat, hükümranlık, ordu, servet, halk toplum yapısının temel kaynaklarını teşkil eder. Bu halkalardan biri yok olursa, devlet de toplum da çökmeye mahkümdur.

Hakkaniyet çemberi:
  1. Dünya barışı adaletle sağlanabilir.
  2. Dünya, duvarı devlet olan bir bahçedir.
  3. Devletin düzenleyicisi şeriattır.
  4. Şeriatın koruyucusu mülktür.
  5. Mülk halkı bütünleştirerek devlet kurmak sağlam bir orduyu gerektirir.
  6. Ordunun beslenmesi için servete ihtiyaç vardır.
  7. Servete sahip olmak için halka ihtiyaç vardır.
  8. Halkın bolluk ve huzur içinde yaşaması, adaletle yönetilmesine bağlıdır.

Osmanlı Toplumun da Aile

  16. yüzyıl Osmanlı bilginlerinden Kınalızade Ali Efendi, 1564'te Şam kadısı iken yazdığı Ahlak-ı Alai adlı meşhur eserinin 3 bölümünden birini aileye ayırmış ve kitabın bu bölümüne ev idaresi bilimi adını vermiştir. Kınalızade'ye göre, ev idaresi ilmi, insana dünyada haysiyet ve ahirette saadet kazandıracak kaideleri anlatıyor.
   Anne, baba ve çocuklar ile hizmetçilerden oluşan ailenin reisi, idare sanatını bilmek zorundadır; o tıpkı iyi bir yönetici ve doktor gibi olmalıdır. İnsan ticaret, zanaat ve ziraat kollarından birinde çalışmalı ve kazanç elde etmelidir. Ancak kazandığı malın bir kısmını, daha doğrusu gerektiği kadarını harcamasını da bilmelidir. Vücut sağlığını koruyacak kadar yiyecek ve giyecek temin etmeli, neslin devamı için evlenmelidir. Vücut sağlığının üstün amacı da ilim ve mağrifete ulaşmak olmalıdır."Mal hayatın rahatlığı içindir, yoksa hayat mal toplamak için değil".
   Kınalızade'ye göre, kadın sağlıklı ve iffetli olmalı, evini koruyacak kuvvet ve yeterliliğe sahip bulunmalıdır. Tek evliliği savunan Kınalızade, "Erkek, ilk eşiyle yetinip üzerine başka kadın ve cariye almamalıdır"; "Erkek tendeki can gibidir. İki bedene bir can olmadığı gibi, iki eve de bir erkek yakışmaz"der. Osmanlı Devletinde evliliklerin %95'i tek eşliliğe dayanmaktadır.
   Erkek evlenirken kadına mehir denilen bir nikah bedeli verirdi. İslam, eski bir Arap adeti olan mehri kadın lehine düzenlemiş, bunun tamamen kadına ait olduğu, bunda başkasının hiçbir hakkı olmadığı prensibini getirmişti.
    Alman Protesten Papazı Salomon Schweigger de çok evlilik konusunda şöyle diyor: "Türkler dünyaya, karılarıda onlara hükmeder. Türk kadını kadar gezeni ve eğleneni yoktur. Çok karılılıkta yoktur. Herhalde bu işi denemişler, dert ve masrafa sebep olduğunu anlayıp vazgeçmişler. Boşanma pek görülmüyor. Çünkü boşanırken erkek para ve eşya veriyor ve kız çocuk anaya kalıyor".
     Osmanlı ailesi genellikle 4-7 kişiden oluşuyordu. Osmanlı toplumu sanayi devriminden sonra kendi içerisinde modernizmi yaşamaya başlamıştır. Kırsal hayatta eski hayat devam etmiştir. Kırsal dışında halktan kopuk, kendini aydın sanan tipler ortaya çıkmıştır. Aile kavramı II. Meşrutiyetten sonra sarsılmaya başlamıştır.

XP NUDES 2 FAR PALETİ

                        
     Xp'nin Nudes 2 far paletinin dış ambalajı gayet kullanışlı ve güzel. İnstagramda XP sayfasından sipariş verebilirsiniz fiyatı 15 lira civarında.Kapak kısmı mıknatıslı açması ve kapatması kolay olduğu için çanta da taşınmasını tavsiye etmiyorum. Valizleme yaparken de ince lastik tokaların içinden bu far paletini geçirirseniz daha güvenli olur.

Far paletinin içinde 12 tane far var. 1.sıradaki, 5.sıradaki ve 12. sıradaki olmak üzere 3 far mat, diğerleri metalik ve sedeflidir. İçerisinde far aplikatörü var fakat kullanışlı değil. Aynası yok.


Renklerin duruşları üst resimde gözüktüğü gibi. Mat farların pigmentasyonları sedefli olanlardan bir tık düşük. Sedefli olan farların pigmentasyonları fiyatına göre gayet başarılı.  Resimde belli olduğu gibi farlar pul pul kalabiliyor, renkleri güzelce dağıtmak gerekiyor. Dağıtırkende tozutma yapabilir. Kalıcılık açısından 3 ile 6 saat arasında idare edebilir. Koluma sıvı sabunu sürdüğüm gibi aktılar sadece siyah rengin kalıcılığı diğerlerinde bir tık daha iyi. 

      Bu üç rengin pigmentasyonu çok güzel ve göz kapaklarında hoş duran renkler. Far paletindeki favori renklerimden. Far paleti alınabilecek bir palet. Sedefli farlar sevenler için tercih sebebi olabilir.  Paletin içinde gerçekten hoş renkler var ve fiyat performans açısında olumlu.                                     



10 Şubat 2018 Cumartesi

Prens Sabahattin ve Adem-i Merkeziyetçilik

Adem-i Merkeziyet, merkezin karar vermesi değil, bir bölgenin kendi kararını kendi vermesi anlamına gelir. Sabahattin'in fikirlerinde geniş yer tutan bu görüşün temelleri ilk kez Mithat Paşa’da görülmektedir.
Kastedilen idari merkeziyetsizliktir. Asıl amaç; merkezi otorite tarafından detaylı bir şekilde yapılanamayan yerel yönetimin yetkilerinin arttırılması  beraberinde maliye, adalet gibi işlerin ilgili bölge yaşayanları tarafından üstlenilmesiyle tebaanın yönetime katılımını sağlamaktır. Merkezin, yerel bölgede yaşayanlar için sağlıklı kararlar veremeyeceği örneğini şu şekilde açıklamıştır:” Yemen ve Selanik vilayetleri sakinlerinin "tarz-ı maişetleri" birbirinden çok farklıdır. Buraların sorunlarını, çok uzaklarda, İstanbul' da yaşayan memurlar değil, fakat, Yemen ve Selanik'te yaşayanlar bilir. Özetle yapılması istenen ıslahat, valilerin ve vilayet memurlarının yetkilerini genişletmek, "meclis-i umumi"yi açtırmak ve doğal olarak da bölge halkının, ödedikleri vergilerin harcandıkları yerleri "ta'yin ve teftiş" yeteneği kazanmasına olanak hazırlamak”.  İşte bu durum, daha doğrusu bu sistem Prens Sabahattin’e göre uygulanması en sağlıklı yoldur.
Köylere kadar uzanan bu mahalli yönetim sistemiyle bölgedeki sorunun bölgeyi en iyi bilen bölge halkı tarafından çözüleceğini, böylelikle hem en etkin çözümün gerçekleşeceğini hem de etnik hoşnutsuzlukların önüne geçileceğini vurgulamıştır. Bu sistem ile devletin sosyal ve ekonomik düzene müdahalesi de en aza inecek, bu da  belediyenin kalkınması ve gelişmesine olanak sağlayacak, müdahalesini en aza indirerek nefes alan devlet, bu nefesini bölgedeki görevlilerin sıkı denetimini yaparak kullanacaktır. Bölgeye seçimle gelecek belediye meclisi âzâları idarede rol sahibi olacak; vilayet meclislerinde ve jandarma birliklerinde  her milletten nüfusa oranla temsilciler bulunacak, ülkede imtiyazlı hiçbir grup olmayacak bununla beraber vali, mutasarrıf,  defterdar, hakim, savcılar merkezden tayin olacaktır.
Sabahattin, azınlıkların devlet bünyesinde uyumu için de bu sistemin şart olduğunu ve bu sayede batının direkt müdahalesini önleyerek şark meselesinin de kökünün kurutulacağına inanmaktadır. Prens adem-i merkeziyet olarak kastettiği düşüncenin muhtariyet olmadığını defalarca açıklamıştır. Buna rağmen muhalifleri tarafından etnik unsurlara verilen bir prim olarak algılanmıştır.
İttihat ve Terakki sözcüsü Hüseyin Cahit, adem-i merkeziyetçilik için ; "Kanuni Esasi'nin 108. maddesinde yer alan tevsii mezuniyet anlamına geliyorsa buna hiçbir itirazımız yoktur zaten bu yolda kanunumuz vardır" demekte ancak terim olarak bunu ifade etmediğini ileri sürmektedir. Ona göre "adem-i merkeziyet vadilerine düşmek Osmanlı memleketinin inkıraz(yok olma, çökme) ve izmihlale(çökme, yıkılma) doğru götürülmüş olması" demektir
Sabahattin, eleştirilere cevap vermek, biraz kendini savunmak için merkeziyetçilerin aleyhinde yazan basının kışkırtmalarıyla, ülke sorunları hakkındaki görüşlerini, muhafazakâr diyebileceğimiz İkdam gazetesinde şöyle dile getirmiştir; 
“-Genellikle Osmanlı Müslüman halkları ve Türklere karşı yapılan istibdat gerçekte, bir ya da bir kaç kişi tarafından yapılıyor değildi. Baskı ve zulmün ana kaynağı "tarz-ı maişet ve nekaıs-ı ictimâiyemiz" idi. O nedenle Türk kamuoyu ulusal eğitimin yeniden düzenlenmesi konusunda bilinçlendirilmeli ve buna olan istibdatı kaldırmak için, ülkenin çeşitli yerlerinde çalışma merkezleri ve mukavemet noktaları oluşturulmalı.
-Hristiyan vatandaşlarımızın yani Rum, Ermeni, Bulgar vb. cins ve mezhep farkı gözetmeden müslümanlarla samimi bir dayanışma içine girmeleri, Osmanlılığı oluşturan halklardan hiçbirinin muhtariyet idare veya istiklal politikası takip etmemeleri düşüncesini gerçekleştirmek gerekir.
-Uygar dünyaya karşı, milletimizin istibdat yönetiminin baskı ve zulumlerine layık olmadığını “edilIe-i lazime" ile isbata çalışmak gerekir. Otuz yıldır "zindanlarda işkenceler altında mahv edilen vicdanperveran-ı milleti" tanıtarak, hiç olmazsa, Batı kamuoyunun bir kısmını milli davamıza kazanmak lazımdır.”

     Sabahaddin, yıllarca da savunduğu durumu burada da savunmuştur. "Adem-i merkezi idarenin" muhtariyet yönetimi olmayacağını ve sadece Osmanlı Siyasal birliğini savunmadığını, belirtmiştir. Yazısının bir kısmında şu sözleri geçmektedir; "...tasrih ettiğimiz bu tarz idarenin muhtariyet veya heyet-i mümtaze uzulleriyle hiçbir münasebeti olmamakla beraber, idareyi sabıka tarafdarlarının teşvikat-ı mütemadiyesi altında, kelimenin mana-yı asliyesinin büsbütün tagyir edildiği görülüyor ..."  bu sözlerle kast ettiği sistemin muhtariyet olmadığının altını çizmiş bunun beraberinde adem-i merkeziyetçi düşüncenin devleti çöküşe götüreceğini söyleyenlere, "Cezayir-i Bahr-i Sejid (Ege adaları) dışındaki her yerde hristiyan kökenli insanların azınlıkta oldukları gerçeğinden hareketle devletin dağılması tehlikesinin ihtimal olmayacağını belirterek  ittihatçılara da gereken cevabı vermeyi ummuştur.
Hayatının her evresinde merkeziyetçi yönetimi kıyasıya eleştirmiş bir yandan da hükümet rejimine deyinmiştir. Rejim olarak ortaya konulan Cumhuriyeti de kötülemekten kendini alıkoymamıştır.
”... Eğer hükümet şekillerinin ciddi bir önemi olsa idi, meclis-i mebusanın kefaleti altında en serbest kanunlarla idare edilen bu cumhuriyetlerde hukuk-u efradın her tecavüzden masun olması lazım gelirdi..." burada beyan ettiği toplumun, politikanın belirlenmesinde hiçbir katkısının olamayışının ana nedeni olarak "bürokrasi" gösterilmektedir.
Cumhuriyet geldiğinde yönetimde değişikliğin olmayacağını, hatta haydutların yöneteceğini savunan Prens, görüşünü şöyle dile getirmiştir; "...insanların hukuku, sineklerinkinden pek de farklı değil. Reis-i Cumhur, meclis-i mebusana âzâ sıfatıyla giren haydutların çoğuyla birleşerek istediğini asıp kesiyor, serbesti-yi matbuata rağmen de kimse ses çıkaramıyor. Çünkü ses çıkaran haberi olmadan ölüm cezasına çarpılıyor. (buralarda) Terbiye-yi milliye, fikri teşebbüsün terkisine değil, bilakis mahvına sebeb olduğu içni, nokta-yı istidadım kendinde bulamayan efrad-ı millet onu ister istemez mütegalliblerde (yönetenler) arıyor. Ve merkeziyet usulüyle büsbütün ifsad edilen bu cumhuriyetlerde en girye, en meş'um bir istibdat devam edüb gidiyor... " 
Cumhuriyet rejimi ülkeyi şahlandırmayacaktır Prens’e göre, Cumhuriyette rejimi yöneten kişinin yetersizliği ve kötü yönetimi söz konusu olduğunda ülkenin bir kördüğüm hallini alacağını düşünmüştür. Merkeziyet usulü geçerli olan bir  ülkenin haydutlarca yönetilme ihtimali olduğundan, bu yapının da Fikri Teşebbüsü kilitleyeceğinden, engellenen Fikri Teşebbüs ile yerinde sayacak olan bir ülkeden ve ilerleyemeyen yerel yönetimlerden bahsetmiştir.
Cumhuriyet rejimi bir ülkeyi şahlandıracak temel etken değildir Prens’e göre, etrafına baktığında da şahlanan ülkeleri değil haydutlarca yönetilenleri görmektedir. Bir ülkenin gelişmesi ancak ve ancak Fikri Teşebbüs ile, kişiye ve kişinin şahsi düşüncelerine ağırlık vermesiyle mümkün olacağını, rejimin önem arz eden son konulardan biri olduğunu düşünmektedir. Merkezi yapıda olan bir devlette müdahale merkezden gerçekleşecektir. Yerel bölgedeki halk kendi yaşadığı bölgeyi çekip çevirme yetkisini bulamayınca Fikri Teşebbüs gelişemeyecek bu da yerel bölgenin kalkınmasına imkân sağlayamayacaktır.  Bunu Sabahattin’in şu sözlerinden de anlıyoruz; "...Usul-ü merkeziyet devam ettiği müddetçe vatanımızda fikri teşebbüs mümkün değil ilerleyemez, bunsuz da vilayetler imar edilemez..." 
“Merkez tek bir şehir,  vilayetler tekmil vatan; vilayetler merkez için değil, merkez vilayetler için".

Kaynakça :MERKEZİYETÇİ GÖRÜŞE MUHALİF BİR İSİM PRENS MEHMET SABAHATTİN VE DÜŞÜNCELERİ - BÜŞRA DEMİRTÜRK 2017- 6.ULUSLARARASI YEREL YÖNETİMLER SEMPOZYUMU BİLDİRGESİ.