İstiklâl
Savaşı dönemin de Sivas da valilik yapmış olan Reşit Paşa’nın hatıralarını
özetleyeceğim. Özetim biraz fazla olabilir, çünkü valiliğiyle olayların içinde
olmuş ve bu olaylar zincirleme geliştiği için hepsine yer vermek istedim. Reşit
Paşa sürekli İstanbul Hükümeti ve Mustafa Kemal’in başlattığı milli mücadele
arasında kalmıştır. Bu arada kalımı tercih meselesi ile ilgili değil bulunduğu
görevden dolayı olmuştur. Reşit Paşa hakkında biraz bilgi vermek gerekirse,
1868 yılında Şam’da doğmuştur. 1906 yılında Serez Sancağı mutasarrıflığına
atanmıştır. Bu görevdeyken Paşalık ünvanını kazanır. İttihat ve Terakki
Partisi’nin gizli çalışmalarına katılır. İkinci Meşrutiyetin ilanından sonra
valiliğe yükselir. Sırasıyla Edirne, Cezair-i Bahri-yi Sefid, Manastır, Ankara,
Kastamonu valiliklerinde bulunur. Kitap iki bölümden oluşmaktadır.
Birinci
Bölüm: Sivas Kongresi Öncesi Yaşananlar
Hatırasına
başlarken umumi savaşta neler olduğunu anlatmak istememiş, ‘bu kanlı faciada’
Kastamonu valisi imiş. Yaşananlara tanıklığından ve bu tanıklığın vermiş olduğu
acıdan bahsetmiştir. Bu süreç içerisinde Babıali’ye sitemlerine de yer
vermiştir. İttihat ve Terakki Cemiyetini diğerlerinden ayırarak anlatmış ve
‘kardeşlerinin gönlünü almaktan’ geri kalmadığından bahsetmiştir. Buna örnek
olarak, onu azleden Talat Paşa, ‘hatırını okşayarak’ Ergani sancağından mebus
çıkartmış ve yeni kurulan bankalardan birisinin idaresine üye seçtirmiş.
Mondros mütarekesinin imparatorluğun yıkılış belgesi olduğunu ve gerçeklik
ifade etmeyen “Vilayat-ı Şarkiye” klişesinin ağızlarda siyasi bir tat
verdiğinden bahsetmiştir. Bu durum karşısında Türklerin iç ve dış düşmanlarına
karşı el ele vermeleri gerekirken, siyaseti boyuna bulandırdıkları, Türk
olmayanların Türk yurdunu bölüştürmek istediklerini belirtmiştir. Meclis
koridorları hırs, kin ve entrikalarla dolup taşmış ve Sadrazam Tevfik Paşa,
Mebusan Meclisi’ni dağıtmış. Reşit Paşada siyasetten uzaklaşarak, faciayı
geriden izlemiştir. Vilayat-ı Şarkiye Müdafaa-i Hukuku Milliye Cemiyetinden
bahsetmiştir. Buna benzer ufak tefek cemiyetlerin olduğu fakat bu oluşumların
fikir birliği, program birliği, hareket birliğinin olmadığını, her telden çalan
saz ahengine benzetmiştir. O anki durumu Kahire kalesindeki yaşlı aslan hikâyesine
benzetmiştir. Babıali, Hürriyet ve İtilaf fırkasının karargâhı haline gelmiş,
Damat Ferit, mevki hırsıyla vatanı bir ‘pula’ satmaktan çekinmeyecek kişileri
etrafından toplayarak ilk kabinesini kurmuş. İzmir’in işgal edilişi ve bütün
gönüllerin korktuğu sırada Mustafa Kemal’in teşkilat yapacağı duyulmuş. Mustafa
Kemal hakkında şunları yazmıştır : “ Bu meşhur askeri yakından, fakat vesikası
bol ve her satırı aydın bir tarih sayfası gibi tanıyordum. Meşrutiyet
inkılabından önce onun birçok methiyelerini dinlemiş, 31 Mart isyanını takip
eden Hareket Ordusu hamleleri sırasında aynı methiyelerin yeni baştan ağızlara
düştüğünü görmüş, Trablusgarp ve Balkan savaşları cereyan ederken, ondan
hayranlıklarla bahsedildiğini işitmiş ve nihayet Anafartalar kahramanı
sıfatıyla bütün dünyada ünlendiğini öğrenmiştim. İstanbul, Büyük Harp
günlerinde düşman eline düşmemesini Mustafa Kemal Paşaya borçluydu.” Fakat
Mutafa Kemal’in nasıl bir teşkilat ve nasıl bir suretle kurtaracağını merak
etmiş. Artık İstanbul da durmak istememiş ve Anadolu’ya gitmek istemiştir. Bu
konu hakkında İttihat ve Terakki erkânından biri Reşit Paşa’ya kılavuzluk
etmiş. Ve onu tecrübeli bir idare adamı olarak fırka liderlerine tanıtmış.
Sivas valiliğine bu suretle tayin olmuş (11 Haziran 335). En önemli iş Mondros’a
göre asayişi sağlamaktı. Telgraflar çekerek, sancaklarda ki eşkıyalığı öğrendi.
Dâhiliye nazırına telgraf çekti fakat cevabını alamadı. Mustafa Kemal
meselesinin İstanbul da gürültü çıkarttığı içinde cevap alamadığını öğrendi.
Mustafa Kemal Samsuna ayak basmış daha sonrasında Amasya’dan tamim yollamış, dâhiliye
nazırlığı da Mustafa Kemal ile temas etmesini yasaklayan bir tamim yollamış. Sivas’ta
kongre açılacak olması Reşit Paşa’yı örs ile çekiç arasında bırakmıştır. Çünkü
Reşit Paşa, Hürriyet ve İtilafın valisiydi. Nazırın emirlerinden ayrı hareket
ederse görevinden alınacaktı ki Reşit Paşanın malı ve mülkü de yoktu. Fakat
milletin ihtiyacı olan neydi?
Sivas
da vali olmasından sonra ki gözlemlerini anlatmıştır. Vilayetin eski evrak
müdürü olan Halil Bey ziyaretine gelmiş ve aralarında İttihat ve Terakki ile
ilgili münakaşa olmuş. Halil Bey’in isteği Mustafa Kemal’den telgraf alırsa
bildirmesi, Rasim Bey’e yüz vermemesi. Rasim Bey, Reşit Paşa’nın meclisten
arkadaşıymış. Rasim Bey, Reşit Paşa’nın ziyaretine geldiğinde Mustafa Kemal’in
ne yapmak istediğini ve neye güvendiğini öğreniyor. O dönemin vaziyetini şöyle
yazmıştır: “O sırada tahsilat yüzde otuza düşmüştü. Mal sandıkları tamtakırdı,
memurlara aylık verilemiyordu. Genel terhis münasebetiyle, kolordu mevcutları
yüzde on nispetindeydi. Yeni asker alınmıyor veya alınamıyordu. Alınsa da şu
parasızlıkla giydirilmeleri, yedirip içirilmeleri imkânsızdı. Her dağda, her
derecede birkaç çete, karargâh kurmuştu, köylüyü ve şehirliyi korku içinde
yaşatıyordu. Siyasi vaziyet ise berbattı. Dünyanın en büyük ve en kudretli
devletleri aleyhimizdeydi, bunlardan bir kısmı yurdun en mühim noktalarını
ellerinde bulunduruyorlardı. Bir yandan da yorulmamış, yıpranmamış bir orduyu
vatanın böğrüne sokmuşlardı, o vasıtayla da manevi kuvvetimiz üzerine tazyik
yapıyorlardı.” Mustafa Kemal’in dayanağı ile ilgili Rasim Bey şu sözleri
söylemiş, “Mustafa Kemal Paşa çok büyük bir şahsiyettir. Onun her güçlüğü
yeneceğine inanmak gerektir. Millete gelince, o manasız bir harpten bıkkındır.
Fakat boynuna zincir takılmak istendiğini anlarsa, aslan kesilir, ateş kesilir,
yıldırım kesilir. İşte Mustafa Kemal Paşa o aslana, o ateşe, o yıldırıma
güveniyor.” Demiştir.
Reşit
Paşa ılımlı bir idare usulü takip etmeye başlamış. İstanbul’dan gelen emirleri
yerine getirmeye çalışmakla beraber, Mustafa Kemal Paşanın istediklerini
yapanlara da ilişmekten uzak kalmış. İstanbul’dan gelen Elaziz vilayeti valisi
olan Ali Galip’in Reşit Paşayı ziyaretinde sert konuşmalar olmuş. Ali Galip,
Mustafa Kemal’in görevden alındığını, ne yapacağını soruyor. Reşit Paşa da bir
şey yapmayacağını söylemesiyle, Ali Galip köpürüyor. Devlete karşı ayaklanma
çıkaranın yakalanıp, İstanbul’a sevk edilmesini söylüyor. Reşit Paşa, ne hakla
diyor. O da latife buyurduğunu siyasi haydutluk yapanların hemen giderilmesi
lazım olduğunu bunu çömezlerden duymaya muhtaç olmadığını söylemesi üzerine
Reşit Paşa, siz benim yerimde olsanız alıkoymaya teşebbüs eder miydiniz diye
sormuş. O da tereddütsüz demiş. Odaya o sırada hürriyet ve itilaf fırkası reisi
Halit Beyle, Belediye Reisi Zihni Efendi girmiş. Ali Galip olanı biten anlatmış
ve kendilerinin hâkim olmasını istemiş. Ali Galip’e söylediklerini Halit Bey’e
de tekrarlamış ve kızıl kıyamet kopmuş. Halit Bey, Reşit Paşa’yı vatana
ihanetle itham edileceğini küstah bir lisanla söylemeğe yeltenmiş, Ali Galip’te
onu tavırlarıyla destekler nitelikteymiş. Bunun üzerine Reşit Paşa gerekli
ihtarları yapmış ve eline kâğıt almış. Reşit Paşa odasında olmalarını
istemedikleri kişileri göndermek için hep eline kâğıt alıp okuyor gibi
yaparmış. Ali Kemal Beyin, Mustafa Kemal’in azli ile ilgili telgrafı, ilgili
yerlere tebliğ etmeye unutmuş. Bu bilerek unutma, yirmi küsur kaymakamın, Reşit
Paşadan duymasına mani olmuştur. Hürriyet ve İtilafçıların yaftalarına böyle
karşılık vererek, vicdanının rahat olduğunu ifade etmiştir.
İkinci Bölüm: Mustafa Kemal Paşa ile Yüzyüze
Miralay
İbrahim Tali Bey, Reşit Paşaya şöyle bir mevzu vermiştir. “Ali Kemal Bey bir
zamanlar edebiyata yaptığını şimdi siyasette yapmayı emel edinmiş galiba, bana
öyle geliyor ki Mustafa Kemal Paşanın azlini de o uyduruyor.” Reşit Paşa böyle
bir hareketin imkânsız olduğunu söyleyince, O da kolorduya böyle bir yazılı
bilginin olmadığını, hâlbuki olması gerektiğini söylemiş. ‘İkdamın meşhur Paris
muhabirinde böyle bir hareketin beklemesinin yanlış olmadığını yazarak, İbrahim
Tali Bey’e hak verdiğini belirtmiştir. İbrahim Tali Bey’in ziyaretinin ertesi
günü Ali Kemal Bey’in Dâhiliye Nazırlığından çekildiği haberini alıyor. Reşit
Paşanın aklında soru oluşuyor; “Mustafa Kemal Paşanın azlini bize yazdıktan
sonra acaba bu bilginin sakatlığını anlayarak mı istifa etti, yoksa böyle bir
işin vukuunu bilerek yaptığında ağır sonuçlar çıkacağını görerek mi mevkiini bıraktı? Bu haberi alır almaz, Ali Galip ve Halit Bey,
Reşit Paşanın yanına gelmişler. Yüksekten atmışlar ve Mustafa Kemal’in
yakalanmasının farz haline geldiğini söylemişler. Reşit Paşa, Ali Galip’e ne
hakla ve hangi kuvvetle diye sormuş. Her kafadan bir ses çıkmış,
hiddetlenmişler. Bunun üzerine Reşit Paşa tekrar: “ Geçen gün buyurmuştunuz ki,
vilayetim hudutları dâhilinde, hoşgörülü olmam, bu işi yaparım. Hastalandığımı
ileri sürerek sizi yerime vekil bıraksam o hülyanızı burada da tahakkuk
ettirmeye çalışır mısınız? O da dediğimi vallahi yaparım demiş. Halit Bey de,
Harput valisi bir yana dursun bu işi ben bile yaparım demiş. Reşit Paşa da şu
cevabı vermiş, “ Tarihi karıştırırsak yakın sayılacak mazi içinde halkın
muhabbetine ve yardımlarına güvenerek herhangi bir sebeple ileri atılanların
kolay kolay mağlup edilmediklerini görürüz. Onun için makul olalım, sükûnetle
konuşalım. Bağrı yanık vatana yeni bir yara da biz açmayalım”. Bu sözleri
üzerine artık Reşit Paşanın ne İttihatçılığı kalmıştı ne de isyan çıkarmak
isteyenlere yardakçılığı. Reşit Paşa güler görünerek onları kızdırıyor ve
onları uzaklaştırmanın yollarını ararken odaya Sivas merkez telgraf müdürü girerek,
elleri titrer bir vaziyette elindeki telgrafı uzatmış. Mustafa Kemal’in Sivas’a
doğru geldiğini yazan telgrafı okuyup, Ali Galip’e uzatmış, düşündüklerinizi
yapsanıza demiş. Ali Galip de Paşa geliyor değil, hemen hemen Sivas’a
girdiğini, telgrafın üzerinden altı saat geçtiğini söylemiş. Reşit Paşa
karşılamaya gideceğini söylemiş, Ali Galip’te Harput’ta vali olsaydım, dediğimi
mutlaka yapardım, mesuliyet size aittir, demiş.
Vakti
olmadığı için sadece İbrahim Beyi davet ediyor. Münasip zevatı toplayarak,
karşılamaya çıkmasını Rasim Bey’e bildiriyor. Bir yandan Tokat mutasarrıfı ve
Yenihan kaymakamı ile makine başında konuşarak, paşanın ne vakit ayrıldığını
öğrenmek üzere telgraf müdürünü harekete geçirmiş. Aldığı cevaplardan Nümune
çiftliğine henüz varmadığını anlıyor. Çiftliğin önüne ulaştığında paşanın
yanındakilerle otomobillere binmeğe hazır vaziyette buluyor. Paşayı candan gelen
sevgi ve saygı ile selamlıyor, ilk kahvesini burada içmesini istiyor. Mustafa
Kemal de biraz sert bir ses tonuyla, kahveye lüzum olmadığını, hemen hareket
edeceklerini, kendisinide yanına buyur ediyor. Reşit Paşa, Rauf Beyefendiyi,
sizden ayırmak istemem, ben müsaadenizle kendi otomobilime bineyim diyor.
Mustafa Kemal, olmaz, yanıma bininiz diyor. Sesinin hâkimliği üzerine Reşit
Paşa otomobile biniyor. Otomobilde yolculuğunun nasıl geçtiğini sorması
üzerine, Mustafa Kemal; “ Sen, onu bırak da, Sivas’ta yapılan hazırlıkları
anlat: beni tevkif etmek için kaç kişi bulabildin ve bunları nerede pusuya
yatırdın.” Reşit Paşa bu ağır iftiranın altında ezilmiş, “Aman Paşam bu nasıl
söz” demiş. Mustafa Kemal, Reşit Paşanın ıstırabını anlamış ve gözlerinde
beliren tebessümle ciddiyetini bozmadan, “ Ali Galip’le yaptığınız
münakaşalardan haberim var! Fakat beni Nümune çiftliğinden alıkoymak için
İbrahim Tali Beyi memur edişinizden, şahsen de aynı teklifte bulunmanızdan
şüphelendim! Ali Galip'in sizi de kendine uydurmuş olmasına ihtimal verdim.
Sizi otomobilime alışım da, bu şüphe yüzündendir! Yanımda rehine gibisiniz!
Şayet bir pusu varsa sizin, belki de benden önce kurban gitmeniz muhakkaktır!”
gülümseyerek devam etmiş, “İhtiyat iyi şeydir! Size de tavsiye ederim ve bu
macerayı unutmamanızı isterim!” Üçüncü Kolordu Kumandanlığı dairesi önünde
otomobilden inerlerken, Mustafa Kemal bir zata Ali Galip ve onun İstanbul’ da
yanında getirdikleri kimseleri bulmalarını söylemiş. Ali Galip’e ağır bir
azarlama nutku çekmiş. “Kime ve kimlere hizmet yahut kime ve kimlere ihanet
ediyorsunuz? Hiç düşündünüz mü? , derin derin düşünün! Harput’a mı gitmek, geri
İstanbul’a mı dönmek lazım olduğunu kararlaştırın” demiş. Reşit Paşa İstanbul’a
döneceğini tahmin ederken, Ali Galip, Harput’a gitmiş.
Reşit
Paşa, Mustafa Kemal’in Erzurum’da saygıyla kuşatılmış şekilde çalıştığını
anlamış ve bu konu hakkında Babıali’nin ne düşündüğünü merak etmiş. Mustafa
Kemal Paşa bütün valilere Amasya’dan gönderdiği tamim de Sivas’ta da bir kongre
açacağını bildirmiş ve şimdiden üye seçilmesini istemiş. Bu tasavvuru Reşit
Paşa İstanbul’a bildirmediği gibi Sivas’ta yapılacak olan hazırlığı İbrahim
Tali ve Rasim Beylere de bir şey söylemeksizin bırakmış. Dâhiliye Nezaretine
telgraf çekmiş ve çektiği telgrafta Sivas’ta açılması kararlaştırılmış olan
kongreden haberi yokmuş gibi davranmış ve Erzurum da açılan kongrenin de kanuni
bir teşekkül sayılması lazım geleceğini iddia etmiş. Reşit Paşa, İstanbul’un,
yurtsuz kalmamak ve esir olmamak için, bir milletin azmini temsil eden Mustafa
Kemal Paşayı sırf vatansever diye cezalandırmaya yeltendiğini kabul etmekten
utanmış.
Reşit
Paşa aldığı telgraftan sonra endişelenmiş, Mustafa Kemal bu telgrafta sadece
ismini kullanmış. Reşit Paşanın endişesi, Mustafa Kemal Paşanın müfettiş, fahri
yaver ve kumandan sıfatıyla millet işlerinin başka, ihtilalci olarak ortaya
atılması başka tesir yapacağını, birinci vaziyette işler daha kolay yürürken,
ikinci vaziyet açıktan açığa Babıali’ye isyan olduğunu hatırasında belirtmiş.
Hürriyet
ve İtilafın Sivas mümessili Ellezade Halit Beyin ansızın İstanbul’a gitmesi,
Reşit Paşanın avutma siyasetini gütmesini faydasız kılmış. Çoğu şeyleri gören
bu zatın anlatmasıyla, Reşit Paşanın söylediği yalanlar ortaya çıkacaktı. Bunun
üzerine Dâhiliye Nezaretine telgraf çekerek, Mustafa Kemal’in Sivas’a doğru
yola çıktığını yeni öğrendiğini belirtmiş. Telgrafı yolladıktan sonra,
kendisini endişe içerisinde bırakan hadise ile karşılaşmış. İstanbul’dan
Sivas’a gelen Fransız zabitlerine, Reşit Paşa iade ziyaret yaptığı sırada Mösyö
Bruneau, Reşit Paşa ile hususi görüşmek istemiş. Sivas’ta kongre düzenlenirse,
işgal edileceğini söylemiş. Bu hadiseyi Rasim Bey’le paylaşıyor. Rasim Bey’de
Mustafa Kemal’e anlatmasını, onun iyi düşündüğünü söylemesi üzerine beraber
telgrafhane gitmişler ve Reşit Paşa durumu anlatan bir telgraf çekmiş.
Kongrenin iptal edilmesini, Sivas’ın dört bir yandan işgali kolay olduğunu,
kongrenin başka yerde toplanmasını istemiş. Mustafa Kemal’in kongreyi iptal
edeceğini beklerken, aslında Mustafa Kemal, dedikodular yüzünden programını
değiştirecek insan değilmiş. Telgrafından korkmaya mahal olmadığını söylüyor.
Telgrafı birkaç kere okuduktan sonra, boşuna telaş ettiğini anlıyor. Fakat
Reşit Paşa yine de kongrenin Sivas’ta açılmasını istemiyor ve gönlü bir türlü
razı olmuyor. Mustafa Kemal’e cevap olarak iyi düşünün demekten kendini
alamıyor. Rasim Beye ortada kongrenin yasaklanması, azanın tevkif emri olduğunu
ne yapması gerektiğini soruyor. Rasim Bey de, Erzurum valisini örnek almasını
söylüyor.
Halk
temsilcisi sıfatıyla Emir Paşa yanında 5-6 kişilik heyetle gelmiş. Fransız Mösyö
’nün işgal etmekle ilgili tehdidini duyduklarını ve kendilerinden neden
sakladıklarını sormuş. Reşit Paşa da bunun boş bir tehdit olduğunu, vatanını
seven her Türk’ün kanıyla, canıyla mücadele ettiğini, Sivas’ında o cümleden
olduğunu söylemiş. Emir Paşa, Çerkez olduğu için bu laflara alınmış, kızarıp
bozarmış. Fakat yanlarında ki kişiler coşkuya gelmişler. Arkadaşlarını Emir
Paşadan ayırınca gayrete gelen, Emir Paşa şu soruyu sormuş; “ Bütün bu
rivayetler Sivas’ta açılacak kongre yüzünden çıkıyor! Acaba hükümeti seniyye bu
gibi teşebbüslere kayıtsız kalacak mı, müsamaha gösterecek mi?” Reşit Paşanın
cevabı sert ve kısa olmuş, orası size gerekmez demiş. Alışkanlık edinmiş olarak
Reşit Paşa eline kâğıtlar alarak onları okuyormuş gibi yapar ve onların
gitmesini sağlar. Reşit Paşa şunları düşünür, Mösyö ‘nün söylediklerini nasıl
diğerlerinin kulağına gittiği gibi İstanbul’un kulağına da gitmesi mümkün,
muhtemel tehlikelere karşı tedbir almak icap eder. Bu muhtemel görev de Reşit
Paşanın görevden alınmasıdır. Erzurum’la yaptığı muhabereyi Babıali’nin
siyasetine hizmet etmiş gibi göstererek telgraf çekmiş. Azlinden korktuğu halde
Dâhiliye Nezaretinden azlini istemiş. Çünkü Mustafa Kemal ve arkadaşlarının
hapis olunmasını, bir yandan da Sivas kongresinin açılmasına meydan
verilmemesini ısrar ile istemiş. Reşit
Paşa bu iki emri de infaz edecek vaziyette değildi. Yapamam, elimden gelmez de
diyemezdi, çünkü vicdanı ve resmi görevi arasında kalmıştı. En uygun yolu,
vaziyetin hakikatini nezarete anlatmakta bunu yaparken de azilde korkmaz gibi
davranmak zaman ve zemin itibarıyla etkili olacağını düşünmüş. Azlolunan
valiler Mustafa Kemal’in yanında yer almış, bu yüzden Dâhiliye Nazırınında bunu
sezmiş olacağını ve azletmekten çekineceğini düşünmüş. Kazım Karabekir’den
telgraf almış ve bu telgrafta kongrenin açılacağının müjdesiymiş.
Yüzü ekşi bir şekilde Rasim Bey,
Reşit Paşayı ziyaret eder. Bu ziyaretinin nedeni, Reşit Paşa’nın Erzurum
kongresi beyannamesini ve kararlarını vilayet matbaasında basılmasını
menetmesiymiş. Reşit Paşa’nın düşüncesi şu şekildeymiş; bu vaziyette o
beyannameleri devletin matbaasında basılması ve telgraf müdürünün de bu konu
hakkında resmi bir şekilde izin alması elbette doğru olmazdı. Rasim Bey’e bu
durumu tatlı bir dille anlatmış, haber vermeden bastırsalardı bir şey demeyecek
olduğunu, nasıl ki liseyi kongre için süslenmelerini şuan görmezden geliyorsa,
resmi bir kâğıtla bunu da isteseler de kabul etmeyecek olduğunu söylemiş. Rasim
Bey bu mevzu üzerine fazla ısrar etmemiş.
Reşit Paşa, hatırasında Dâhiliye
Nazırlığı ile Mustafa Kemal’in karşılaştırmasını yapıyor. Dâhiliye Nazırının,
vatanı işgalden, vatandaşları esaretten kurtarmak gayesini, Mustafa Kemal’e
inandığı gibi inanıyormuş. Fakat Mustafa Kemal’in, Sivas’ın Fransızlar
tarafından işgal edilme ihtimalinden korkmaması ve böyle bir şeyi yapamazlar
demesi, Dâhiliye Nazırlığının ise öyle bir ihtimalin ileri sürülmediği günlerde
bile yaygara koparmasını karşılaştırıyor. Ve Mustafa Kemal’in düşüncesini doğru
bulmuştur. Ve şu cümleleleri söylemiştir; “Kuvvete dayanmayan halk, kuvvetle
müdafaa olunur. Kuvvete dayanmayan halk daima ezilir. Kedi bile lokmasına
taarruz olununca pençesini kaldırır. Bunu yapmasa lokmasının başka ağıza
geçeceğini bilir.” Demiştir. Kendisi hakkında da şunları belirtmiştir,
“İstanbul hükümeti yasal bir teşekkül vaziyetinde idi. Bende o teşekküle bağlı
bir idare amiri idim. Ulu orta muhalefette ve hele bir ihtilal hazırlamakta
olan kimselere gelişi güzel itaatte bulunamazdım… Anadolu’daki heyecandan henüz
habersiz görünen ve milli bir hareketin var olmasını zararlı bulmakta hala
ısrar eden Dâhiliye Nazırını aydınlatmakta bence vatanperverlik vecibeleri
cümlesindendi.” Ve düşüncelerinden sonra Adil Bey’e telgraf çekiyor. Çektiği
telgraftan şunları anlayabiliriz: Erzurum’u ilham alarak, Sivas’ta yapılacak
olan kongrenin endişesini küçültmeye çalıştığı, Mustafa Kemal’in açmış olduğu
isyan bayrağının altına girdiği. Fakat Reşit Paşa bu iki düşüncenin de yanlış
olduğunu söylüyor. Mustafa Kemal’in ihtilaline bizzat iştirak etmeyi vicdanen
uygun görmüyor. Telgrafında ki düşüncelerin, Mustafa Kemal’in düşüncesi olarak
sayılabilir demiştir. Adil Bey’den aldığı telgrafta, ihtilal teşebbüslerini
silahla yatıştırma kararını aldıklarını “mucibi selamet” cümlesinden çıkarıyor.
Nazırının hülyalara kapıldığı benzetmesi yaparak, Mustafa Kemal’in arkasında
çalışan kolordulardan bahsediyor. Ve Babıali’nin böyle bir şeyi yapabilmesi
için yabancı kuvvete dayanabileceği düşüncesine vardığını söylüyor. Adil Bey’in
Reşit Paşa’nın hakkında beslediği kanaati açığa vuracak şekilde, Adil Bey’e
cevap yazıyor. Bu telgrafın sonucu olarak da ‘kal’ ya da ‘git’ cevabı almayı
bekliyor. Fakat Sivas kongresine engel olmak gibi bir görevi kabul etmekten de
vicdanen çekiniyormuş. Böyle bir görevi yüklenmektense azledilmeyi tercih
ettiğini belirtiyor. Halit Bey den, Sivas halkı ile saltanat arasında yanlış
anlama varmış, onu düzeltmeye çalışıyormuş gibi bir telgraf almasını küstahlık
olarak bulmuş. Telgrafında verdiği tavsiyeleri kimsenin dinlemeyeceğini
belirtmiş. Bu düşüncesini Müftü Abdürrauf Efendi ve Emir Paşa da desteklemiş.
Eşrafın, Halit Bey’in telgrafına karşı alakasız kalacaklarını söylemeleri içine
rahatlatmış. Çünkü valisi olduğu Sivas’ın asi olarak tanıtılmasını yakışıksız
bulmuş.
Reşit Paşa gazetelerde azli haberini
okumuş. Korktuğu şeyin gerçekleşmesi ona elem değil de haz verdiğini belirtmiş.
Reşit Paşa’nın anlattığına göre malı, mülkü yok. Emekliliğini doldurup
doldurmadığını da bilmiyor. Fakat doldursa da o maaş ölmemesi için yiyecek
temin etmesinin bile güç olduğunu söylüyor. Dâhiliye Nazırının bu şekilde
azletmesi, Reşit Paşanın ağırına gidiyor. Onu ne gibi bir sebeple azlettiğini
merak etmiş ve Dâhiliye Nezaretine telgraf çekmiş. Çektiği telgrafta ayrıca
azli doğruysa Sivas’ta bulunmayacağını yazmış. Bu da demek oluyor ki, Reşit
Paşa’nın ihtilalcilere katılmayacağı. Böyle bir şeyi söyleme sebebi ise azli
doğru değilse, böyle bir kararı kabul etmelerinden uzaklaştırmak istemesi. Adil
Beyden azli olunmadığı ile ilgili telgraf cevabını alınca mutlu olmuş. Görevden
ayrılmasıyla ihtilalden de uzak kalacağını belirterek, görevde kalarak da
vaziyetinin tekrar zihninden çarpışmaya başladığını yazmış.
Miralay Refet Bey’in aniden
Sivas’tan ayrıldığını, fakat gelenlerinde sayılarının bir hayli arttığını
söylüyor. Sivas’ta yapılan kongre hazırlıklarına değiniyor. Mustafa Kemal’i
karşılamayı nasıl yapacağı hakkında derin düşüncelere dalmış. Hisleri onu
karşılamaya iterken, şuuru böyle açık bir karşılama yapmakla hükümete muhalefet
olmamaya zorluyordu. Aldığı karar, halka görünmeden karşılamak. 2 Eylül 335
günü penceresinden halkın Mustafa Kemal’i karşılamaya coşkuyla gitmelerini
izlemiş. Bu görüntüler Reşit Paşa’nın kalbini heyecanla doldurmuş. Mustafa
Kemal’in şehre girdiği haberini alınca adımlarını ayarlamış, Paşanın otomobili
lise önünde durduğunda onu selamlama şerefine ulaşmıştı. Reşit Paşanın sürüden
ayrılmaması fakat sürüye de ilişmemesi, Mustafa Kemal’in dikkatinden kaçmamış.
Bunu Raif Efendi’den öğreniyor. Paşayı selamlamasının ardından eve dönen Reşit
Paşanın içi hiç rahat olmamış, sürekli yakalanmaları emredilmiş olan bu zevatın,
Sivas’ta büyük bir coşkuyla karşılandıklarını Dâhiliye Nazırlığına bildirmenin
lazım geldiğini belirterek telgraf çekmiş. Telgrafta milletin bu kongreyi
desteklediğini açık açık belirtmiş. Kongre 4 Eylül Perşembe günü açılmış. Bekir
Sami Beyin evinde Rauf, Kara Vasıf, İsmail Hami Beylerle birkaç kişi toplayarak
Mustafa Kemal’i reis seçtirmemeğe karar almalarını Emir Paşadan duymuş. Ve “sen
ve ben” davasına düşmelerinden dolayı çok üzülmüş. Mustafa Kemal 25 üyeden
oluşan kongre heyeti tarafından 3 karşı oya karşı 21 oy ile reis seçilmiş ve
böylece nifak tohumlarının ortadan kalktığını yazmış. Kongreye iştirak
etmediğini, verilen malumatlara göre en çok münakaşa edilen konunun “ manda
meselesi” olduğunu yazmış. Manda; Umumi Harpten sonra siyasi bir maske olarak
dillere düşmüş kelimelerdendi diyerek manda hakkında tanımlamalarda bulunmuş.
Bu fikri savunanları doğru yoldan sapma olarak görmüş, münakaşaların içinde
bulunmadığı içinde kati bir hüküm vermemiş. Manda konusunu mevzu yapanların,
İsmail Fazıl Paşa, Bekir Sami Bey, Hami Bey olduğunu yazmış. Rauf Bey ile
ansızın Sivas’a gelmiş ve kongre müzakerelerine iştirak etmiş olan Refet ve
Kara Vasıf Beyler de mandayı hararetle müdafaa ediyorlarmış. Türk yurdunu manda
altına sokmak isteyen zevatlar Sivas’ta mandacı olarak kalmış, şehir içinde
dolaşırlarken, mandacı diye birbirlerine gösterip gülüşmüşler.
Kongrenin dağılması
kararlaştırılırken Mustafa Kemal’e suikast olayı ortaya çıktı daha doğrusu bunu
Mustafa Kemal ortaya çıkarmış. Bu hadise, İstanbul hükümeti tarafından
kongrenin dağılması, kongrecilerin yakalanması için girişilen bir teşebbüsmüş.
Mustafa Kemal İstanbul’dan Harput valisi Ali Galip’e yazılan telgrafları elde
ediyor. Bu işi gizliden yürütürken, başarısız olduklarında ortaya çıkarıyor.
Anladığım kadarıyla dâhiliye Nazırlığı, Ali Galip’i Sivas’ta vali yapmaya
çalışıyor ve gizli bir şekilde telgraflaşıyorlar. Ali Galip’in, nazırlıktan
istekleri oluyor ve bu istekler kabul ediliyor. Galip’in Sivas valiliği ve
kumandanlığı için meclisi vükeladan karar, padişahtan irade isteniyor. Ali
Galip’e resmi surette tebligat yapılıyor ve talimat veriliyormuş. Ali Galip,
uzun muharebelerden sonra Malatya’ya gelmiş. Sivas’ı basmak için eşkıya
toplamaya teşebbüs etmiş. Fakat fazla miktarda para çekmek, hırsını yenemediğinden,
Sivas kongresinin açılmış olmasına rağmen harekete geçemiyor ve Nazırla
telgraflaşıyor. Telgraf müdürleri milli harekete taraftar olduklarından daha
ilk anda Mustafa Kemal’in haberi olmuş. Reşit Paşa Ali Galip’in firari haberini
aldığında telgrafhane de yanında Mustafa Kemal’de varmış. ‘Dahi Asker’ Reşit
Paşaya, seni azledip yerine Ali Galip’i yollamaya çalışan Nazır Beye telgraf
çekmesini yaptığının namussuzluk olduğunun anlatmasını istemiş. Telgrafında şu
satırlara yer vermiş, “ Maksadınız Mustafa Kemal Paşa ile Rauf Beyi tutmak ve
kongreyi dağıtmak ise buna imkân olmadığını evvelce arz etmiştim. Şimdi yine bu
iş için ahali arasında mukalete açmaya, memleketi ateşe verip büsbütün elden
çıkarmaya sebep olmak vatan ve millete karşı ihanet değil midir? Bendeniz öyle
anlıyorum ki, zatı aliniz hırsı câh ile hakikati göremiyorsunuz ve hakikati
söyleyenleri sevmiyorsunuz. Onları susturmak, ezmek istiyorsunuz ve bilerek
bilmeyerek düşmanların ekmeğine yağ sürüyor, memleketi felakete sürüklüyorsunuz.
Şu hal ve vaziyette bulunan bir nazıra itimadım kalmadı”.
Mustafa Kemal Paşa, Reşit Paşa’nın
kırılmış gönlünü tamir etmek için onun ağzından Ali Galip’in kaçtığı haberini Dâhiliye
Nazırına bildiriyor. Mustafa Kemal, Reşit Paşaya valiliğinin devam ettiğini
söylemiştir. İstanbul telgrafhanesi de sadrazamın Anadolu’dan yağan protesto
telgraflarına kulak tıkadığını ve o telgrafları padişaha verilmesine engel
olacağını hissettiren haber alması üzerine, Mustafa Kemal ağır bir telgraf
yazmış. Ali Galip meselesi 12 Eylüle kadar sürmüş ve onun Urfa üzerinden
Halep’e savuştuğu, geri dönmeği hayatı boyunca aklına getirmeyecek kadar
sersemleştiği anlaşılması üzerine konu kapanmış. Bütün Anadolu geçici olarak da
olsa İstanbul ile iletişimini kesmiş, bunun İstiklal Mücadele tarihinin en
kuvvetli hamlesi olduğunu yazmış. Sarayın vatan harabesi üzerinde yeni baştan
baskıcı yönetimin kurulmasını mümkün olabileceğini yazmış. Hangi parçaların
elden çıkacağı, hangi parçaların elde kalacağı belli olmadan yeni bir seçimin
yapılması kıymetli olmayacağını sebep göstermiş. Mustafa Kemal ise işgal altına
düşmemiş yerlerde seçim yapılmasıyla milli davayı kuvvetlendireceğini
düşünüyormuş.
Meclisi mebusanın toplanabilmesi
için her tarafta seçim hazırlıkları başlamış. Önemli konu, Meclisi Millinin
mahalli toplantısının nerede toplanacağı idi, İstanbul da mı, Anadolu’da mı?
Mustafa Kemal’in düşüncesi Anadolu imiş. Reşit paşa, hatıranın devamında
telgraflara yer vermiş bu telgraflar heyeti temsiliye, Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i
Hukuk Cemiyeti Heyeti Temsiliyesi, Reşit Paşa arasında olmuş. Mustafa Kemal,
Sivas’tan ayrıldıktan, Heyeti Temsiliye ile Ankara’ya yerleştikten sonra
hadisleri ana hatlardan takip edebilmiş… Son olarak hatırasını şu paragraf ile
bitirmiş;
Milli
hareketin başlamasından beri vatanın mukadderatına istikamet veren en esaslı ve
müsbet adım Ankara’da Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılması idi. Artık
tarihten bir sayfa çevriliyor, Türk milleti için yeni bir devir açılıyordu.
NOT: Kitap özetidir...