Osmanlı şehirlerinde özellikle Müslüman kesimde günlük hayat sabah namazına davet eden ezanla başlıyordu. Yer yataklarını kaldırıp gömme dolaplara yerleştirdikten sonra, giyinip abdest alınıyor ve namaz kılıyorlardı. Kıyafet kişinin toplum içindeki yeri, mertebesi ve servetine göre değişiyordu. Bu fark kumaşın cinsinden veya yerli ya da ithal oluşundan kaynaklanıyordu. Öğle vakti evlerine gidemeyenler yemeklerini başhane de veya işkembeci de yada muhallebicide yiyorlardı. Başhane de koyun kellesi, paça ve pilav, muhallebici de ise süt, kaymak, irmik ve haşlanmış tavuk bulunuyordu. Akşam yemeği evde yenirdi. Pirinç, koyun eti, sebze en çok tüketilen malzemelerdi. Yemekler bir sini üzerine konan kalaylı tas ve sahanlarda, porselen yada pişmiş topraktan çanaklarda yenirdi. Süt mamülleri özellikle yoğurt önemli gıdalardandı. İstanbul'da Eyüp semti kaymakçı dükkanları ile ünlüydü. Bunlar aynı zaman da sohbet yerleriydi. Sudan sonra en çok boza ve müselles, pekmez, bal suyu gibi şerbetler içilirdi. Gayrimüslimler rakı ve şarap da içerlerdi. Tabii Türkler'den de içenler olurdu.
15-16. yüzyıllar da Osmanlı ülkesini gezen seyyahlar Türklerin kanaatkar olduğunu, az masraflı ve çabuk hazırlanan yemekler yediklerini, tuz, ekmek, sarımsak veya soğan ile biraz yoğurtları varsa başka birşey istemediklerini, onlar için bir fıçı pirinçle birkaç çanak yağ ve kuru meyvenin önemli bir erzak olduğunu anlatmışlardır. 16. yüzyıl ortalarında Türkiye'ye giren kahve kullanımı da çok yaygınlaşmıştı. İlk kahvehane İstanbul'da 1554'te açılmış ve kısa zaman da ülkenin birçok şehrine yayılarak moda olmuş ve sık sık gidilen sohbet yerleri haline gelmişti.
Şehirlerde iş yerleri ayrı mahalleler halindeydi. Evden iş yerine taşla döşeli kaldırımlardan yaya gidilirdi. Dükkanlar genelde hem imalathane hem de satış yeri olarak kullanılıyordu. Haftalık dinlenme günü cuma idi. Bayramlar ve diğer bazı panayır ve şenlikleri de yıllık dinlenme günleri olarak değerlendiriyorlardı.
Sarayın Ramazan ayında büründüğü hava, II. Abdülhamid'in kızı Ayşe Osmanoğlu tarafından şöyle tasvir olunmaktadır; Sarayda ramazan çok güzel olurdu. Bir hafta evvelden hazırlıklar başlardı. Temizlik yapılır, kiler-i hümayundan bütün dairelere büyük sürahiler içinde türlü şuruplar, birçok iftariyeler gelirdi. Ramazan ayının ilk gecesi bütün dairelerin sofalarına altın yaldızlı kafesler kurulur, seccadeler yayılır, harem ağalarıyla bir imam, iki güzel sesli müezzin gelirdi. İlahiler okunarak namaz kılınırdı. Gece kapılar açılır, sahur tablaları girer, top atılıncaya kadar herkes ayakta kalırdı. Öğle üzeri de her daireye bir hoca gelir, vaaz verirdi. Akşam topla beraber zemzem-i şerifle oruç bozulur, iftar takımları hazırlanır, buzlu limonatalar, şuruplar içilirdi... Harem saray dairesi ramazanda adeta cami haline girer, herkes ibadetle vakit geçirirdi.
Çok dağınık olan Osmanlı köylerinin bir çoğu beş-altı haneden oluşuyordu. Köylülerin büyük kesimi özellikle ücra bölgelerde olanlar, ekonomik açıdan kendi kendilerine yetmeye çalışıyorlardı
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder