Adem-i Merkeziyet, merkezin karar vermesi değil, bir bölgenin kendi kararını kendi vermesi anlamına gelir. Sabahattin'in fikirlerinde geniş yer tutan bu görüşün temelleri ilk kez Mithat Paşa’da görülmektedir.
Kastedilen idari merkeziyetsizliktir. Asıl amaç; merkezi otorite tarafından detaylı bir şekilde yapılanamayan yerel yönetimin yetkilerinin arttırılması beraberinde maliye, adalet gibi işlerin ilgili bölge yaşayanları tarafından üstlenilmesiyle tebaanın yönetime katılımını sağlamaktır. Merkezin, yerel bölgede yaşayanlar için sağlıklı kararlar veremeyeceği örneğini şu şekilde açıklamıştır:” Yemen ve Selanik vilayetleri sakinlerinin "tarz-ı maişetleri" birbirinden çok farklıdır. Buraların sorunlarını, çok uzaklarda, İstanbul' da yaşayan memurlar değil, fakat, Yemen ve Selanik'te yaşayanlar bilir. Özetle yapılması istenen ıslahat, valilerin ve vilayet memurlarının yetkilerini genişletmek, "meclis-i umumi"yi açtırmak ve doğal olarak da bölge halkının, ödedikleri vergilerin harcandıkları yerleri "ta'yin ve teftiş" yeteneği kazanmasına olanak hazırlamak”. İşte bu durum, daha doğrusu bu sistem Prens Sabahattin’e göre uygulanması en sağlıklı yoldur.
Köylere kadar uzanan bu mahalli yönetim sistemiyle bölgedeki sorunun bölgeyi en iyi bilen bölge halkı tarafından çözüleceğini, böylelikle hem en etkin çözümün gerçekleşeceğini hem de etnik hoşnutsuzlukların önüne geçileceğini vurgulamıştır. Bu sistem ile devletin sosyal ve ekonomik düzene müdahalesi de en aza inecek, bu da belediyenin kalkınması ve gelişmesine olanak sağlayacak, müdahalesini en aza indirerek nefes alan devlet, bu nefesini bölgedeki görevlilerin sıkı denetimini yaparak kullanacaktır. Bölgeye seçimle gelecek belediye meclisi âzâları idarede rol sahibi olacak; vilayet meclislerinde ve jandarma birliklerinde her milletten nüfusa oranla temsilciler bulunacak, ülkede imtiyazlı hiçbir grup olmayacak bununla beraber vali, mutasarrıf, defterdar, hakim, savcılar merkezden tayin olacaktır.
Sabahattin, azınlıkların devlet bünyesinde uyumu için de bu sistemin şart olduğunu ve bu sayede batının direkt müdahalesini önleyerek şark meselesinin de kökünün kurutulacağına inanmaktadır. Prens adem-i merkeziyet olarak kastettiği düşüncenin muhtariyet olmadığını defalarca açıklamıştır. Buna rağmen muhalifleri tarafından etnik unsurlara verilen bir prim olarak algılanmıştır.
İttihat ve Terakki sözcüsü Hüseyin Cahit, adem-i merkeziyetçilik için ; "Kanuni Esasi'nin 108. maddesinde yer alan tevsii mezuniyet anlamına geliyorsa buna hiçbir itirazımız yoktur zaten bu yolda kanunumuz vardır" demekte ancak terim olarak bunu ifade etmediğini ileri sürmektedir. Ona göre "adem-i merkeziyet vadilerine düşmek Osmanlı memleketinin inkıraz(yok olma, çökme) ve izmihlale(çökme, yıkılma) doğru götürülmüş olması" demektir
Sabahattin, eleştirilere cevap vermek, biraz kendini savunmak için merkeziyetçilerin aleyhinde yazan basının kışkırtmalarıyla, ülke sorunları hakkındaki görüşlerini, muhafazakâr diyebileceğimiz İkdam gazetesinde şöyle dile getirmiştir;
“-Genellikle Osmanlı Müslüman halkları ve Türklere karşı yapılan istibdat gerçekte, bir ya da bir kaç kişi tarafından yapılıyor değildi. Baskı ve zulmün ana kaynağı "tarz-ı maişet ve nekaıs-ı ictimâiyemiz" idi. O nedenle Türk kamuoyu ulusal eğitimin yeniden düzenlenmesi konusunda bilinçlendirilmeli ve buna olan istibdatı kaldırmak için, ülkenin çeşitli yerlerinde çalışma merkezleri ve mukavemet noktaları oluşturulmalı.
-Hristiyan vatandaşlarımızın yani Rum, Ermeni, Bulgar vb. cins ve mezhep farkı gözetmeden müslümanlarla samimi bir dayanışma içine girmeleri, Osmanlılığı oluşturan halklardan hiçbirinin muhtariyet idare veya istiklal politikası takip etmemeleri düşüncesini gerçekleştirmek gerekir.
-Uygar dünyaya karşı, milletimizin istibdat yönetiminin baskı ve zulumlerine layık olmadığını “edilIe-i lazime" ile isbata çalışmak gerekir. Otuz yıldır "zindanlarda işkenceler altında mahv edilen vicdanperveran-ı milleti" tanıtarak, hiç olmazsa, Batı kamuoyunun bir kısmını milli davamıza kazanmak lazımdır.”
Sabahaddin, yıllarca da savunduğu durumu burada da savunmuştur. "Adem-i merkezi idarenin" muhtariyet yönetimi olmayacağını ve sadece Osmanlı Siyasal birliğini savunmadığını, belirtmiştir. Yazısının bir kısmında şu sözleri geçmektedir; "...tasrih ettiğimiz bu tarz idarenin muhtariyet veya heyet-i mümtaze uzulleriyle hiçbir münasebeti olmamakla beraber, idareyi sabıka tarafdarlarının teşvikat-ı mütemadiyesi altında, kelimenin mana-yı asliyesinin büsbütün tagyir edildiği görülüyor ..." bu sözlerle kast ettiği sistemin muhtariyet olmadığının altını çizmiş bunun beraberinde adem-i merkeziyetçi düşüncenin devleti çöküşe götüreceğini söyleyenlere, "Cezayir-i Bahr-i Sejid (Ege adaları) dışındaki her yerde hristiyan kökenli insanların azınlıkta oldukları gerçeğinden hareketle devletin dağılması tehlikesinin ihtimal olmayacağını belirterek ittihatçılara da gereken cevabı vermeyi ummuştur.
Hayatının her evresinde merkeziyetçi yönetimi kıyasıya eleştirmiş bir yandan da hükümet rejimine deyinmiştir. Rejim olarak ortaya konulan Cumhuriyeti de kötülemekten kendini alıkoymamıştır.
”... Eğer hükümet şekillerinin ciddi bir önemi olsa idi, meclis-i mebusanın kefaleti altında en serbest kanunlarla idare edilen bu cumhuriyetlerde hukuk-u efradın her tecavüzden masun olması lazım gelirdi..." burada beyan ettiği toplumun, politikanın belirlenmesinde hiçbir katkısının olamayışının ana nedeni olarak "bürokrasi" gösterilmektedir.
Cumhuriyet geldiğinde yönetimde değişikliğin olmayacağını, hatta haydutların yöneteceğini savunan Prens, görüşünü şöyle dile getirmiştir; "...insanların hukuku, sineklerinkinden pek de farklı değil. Reis-i Cumhur, meclis-i mebusana âzâ sıfatıyla giren haydutların çoğuyla birleşerek istediğini asıp kesiyor, serbesti-yi matbuata rağmen de kimse ses çıkaramıyor. Çünkü ses çıkaran haberi olmadan ölüm cezasına çarpılıyor. (buralarda) Terbiye-yi milliye, fikri teşebbüsün terkisine değil, bilakis mahvına sebeb olduğu içni, nokta-yı istidadım kendinde bulamayan efrad-ı millet onu ister istemez mütegalliblerde (yönetenler) arıyor. Ve merkeziyet usulüyle büsbütün ifsad edilen bu cumhuriyetlerde en girye, en meş'um bir istibdat devam edüb gidiyor... "
Cumhuriyet rejimi ülkeyi şahlandırmayacaktır Prens’e göre, Cumhuriyette rejimi yöneten kişinin yetersizliği ve kötü yönetimi söz konusu olduğunda ülkenin bir kördüğüm hallini alacağını düşünmüştür. Merkeziyet usulü geçerli olan bir ülkenin haydutlarca yönetilme ihtimali olduğundan, bu yapının da Fikri Teşebbüsü kilitleyeceğinden, engellenen Fikri Teşebbüs ile yerinde sayacak olan bir ülkeden ve ilerleyemeyen yerel yönetimlerden bahsetmiştir.
Cumhuriyet rejimi bir ülkeyi şahlandıracak temel etken değildir Prens’e göre, etrafına baktığında da şahlanan ülkeleri değil haydutlarca yönetilenleri görmektedir. Bir ülkenin gelişmesi ancak ve ancak Fikri Teşebbüs ile, kişiye ve kişinin şahsi düşüncelerine ağırlık vermesiyle mümkün olacağını, rejimin önem arz eden son konulardan biri olduğunu düşünmektedir. Merkezi yapıda olan bir devlette müdahale merkezden gerçekleşecektir. Yerel bölgedeki halk kendi yaşadığı bölgeyi çekip çevirme yetkisini bulamayınca Fikri Teşebbüs gelişemeyecek bu da yerel bölgenin kalkınmasına imkân sağlayamayacaktır. Bunu Sabahattin’in şu sözlerinden de anlıyoruz; "...Usul-ü merkeziyet devam ettiği müddetçe vatanımızda fikri teşebbüs mümkün değil ilerleyemez, bunsuz da vilayetler imar edilemez..."
“Merkez tek bir şehir, vilayetler tekmil vatan; vilayetler merkez için değil, merkez vilayetler için".
Kaynakça :MERKEZİYETÇİ GÖRÜŞE MUHALİF BİR İSİM PRENS MEHMET SABAHATTİN VE DÜŞÜNCELERİ - BÜŞRA DEMİRTÜRK 2017- 6.ULUSLARARASI YEREL YÖNETİMLER SEMPOZYUMU BİLDİRGESİ.
Kaynakça :MERKEZİYETÇİ GÖRÜŞE MUHALİF BİR İSİM PRENS MEHMET SABAHATTİN VE DÜŞÜNCELERİ - BÜŞRA DEMİRTÜRK 2017- 6.ULUSLARARASI YEREL YÖNETİMLER SEMPOZYUMU BİLDİRGESİ.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder